Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla.

Bakara 1

Elif, Lâm, Mim.[*]

_____________________
[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli konulara vurgu yapılıyor olmasından, onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.

Bakara 2

İŞTE bu Kitap içinde çelişkili / şüphe duyulacak hiçbir şey yoktur / tamamen kusursuzdur! Takva sahipleri (Allah’a karşı gelmekten sakınanlar) için bir yol göstericidir.

Bakara 3

Onlar ki; gayba inanırlar ve namazı da gereği gibi kılarlar ve rızık olarak ellerinde bulunanlardan da harcarlar.

Bakara 4

Ve o kimseler ki; sana indirilen gerçeklere inanırlar ve senden önce indirilen gerçeklere de!.. Ve onlar, sonsuz gelecek konusunda da kesin inanç sahibidirler.

Bakara 5

İşte onlar Rablerinden (gelen) doğru bir yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.

Bakara 6

ŞÜPHESİZ Kİ o kâfirler (gerçekleri anladıkları halde gizleyenler), onları uyarsan da uyarmasan da kabul etmiyorlar.

Bakara 7

Allah onların kalplerine (davranışlarından dolayı), mutsuzluk vermiştir. Ve (onlar), kulaklarını gerçeklere karşı kapatıyorlar. Ve gözleri ile de gerçekleri görmek istemiyorlar. Onlar için büyük bir azap vardır.

Bakara 8

İNSANLARDAN o kimseler: “Biz Allah’a ve ahiret gününe inandık” der. Oysa onlar inanmıyorlar.

Bakara 9

Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa yalnızca kendilerini aldatırlar ama farkında değiller.

Bakara 10

Kalplerinde hastalık vardır, Allah da onların hastalıklarını artırdı. Ve onlar için, çok acıklı bir azap vardır, söyledikleri yalan şeylerden dolayı!..

Bakara 11

Onlara: “Yeryüzünde fesat/terör çıkarmayın” denildiği zaman; “Bizler ancak ıslah edicileriz/düzelticileriz” derler.

Bakara 12

İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değiller.

Bakara 13

Ve onlara denildiği zaman; “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın.” “Biz de mi o zavallıların inandığı gibi inanalım?” derler. Dikkatli olun; asıl zavallı kendileridir, fakat zavallı olduklarını bilmiyorlar.

Bakara 14

(Onlar) iman eden kimselerle karşılaştıkları zaman: “Biz de iman ettik” derler. Fakat şeytanlarıyla, (münafık dostlarıyla) başbaşa kaldıkları zaman: “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak (onlarla) alay ediyoruz” derler.

Bakara 15

Allah da onlarla alay eder. Ve onlara mühlet verir. Onları azgınlıkları içinde bocalar hâlde bırakır.

Bakara 16

İşte bunlar o kimseler ki; hidayete (doğru hayat tarzına) karşılık, sapıklığı (yanlış hayat tarzını) seçtiler/satın aldılar. Bu yüzden alışverişleri onlara bir kâr sağlamadı. Ve hidayete/doğru yola da gitmediler.

Bakara 17

ONLARIN durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer. (Ateş) tam çevresini aydınlatınca; Allah da onların nurlarını/ışıklarını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır. Çünkü onlar gerçekleri görmek istemediler.

Bakara 18

Sağırdırlar (gerçekleri işitmek istemiyorlar), dilsizdirler (doğruları söylemek istemiyorlar), (üstüne üstlük gerçeklere karşı da) kördürler. Artık onlar (doğru yola) dönmüyorlar.

Bakara 19

Yahut (onların durumu), gökten boşalan yağmur gibidir; o içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek (bulunan!) Onlar parmaklarını kulaklarına tıkarlar, yıldırım seslerinden/çarpmasından ölmek korkusuyla!.. Oysa Allah kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.

Bakara 20

Şimşek neredeyse onların gözlerini alıverecek. Her ne zaman kendilerini/önlerini aydınlatsa, onunla/ışığında yürürler ve üzerlerine karanlık çökünce (öylece) dikilip kalırlar. Allah dileseydi elbette onların işitme ve görme duyularını giderirdi. Şüphesiz Allah herşeye gücü yetendir.

Bakara 21

EY İNSANLAR! Yalnız Rabbinize kul olun. O ki sizi yaratandır ve sizden öncekileri de!.. Olur ki, sizler korunursunuz.

Bakara 22

O ki, yeri sizin için döşek yaptı. Ve semayı / göğü de bina!.. Ve gökten / semadan su indirdi de; onunla sizin için tüm ürünlerden bir rızık çıkartmıştır. Öyleyse sizler de bile bile, Allah’a benzer varlıklar iddia etmeyin / ortaklar koşmayın!

Bakara 23

Eğer kulumuza/Muhammed’e indirmiş olduğumuzdan ve içindekilerden de şüphe ediyorsanız, hemen onun benzeri bir Sure getirin. Allah’tan başka şahitlerinizi/uzmanlarınızı da çağırın. Eğer doğru söyleyenler iseniz!

Bakara 24

Eğer (bunu) yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınızartık öyle bir ateşten sakının ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Kâfirler/inkârcılar için hazırlanmıştır

Bakara 25

İnanan kimseleri müjdele ve salih amel/hayata katkı sağlayanları/faydalı işleri en iyi şekilde yapanları da!.. Onlar için kesinlikle altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu! Ne zaman oradaki bir meyveden rızıklandırılsalar: “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) rızıklandığımız şeylerdir” derler. Halbuki bu rızık (meyveler) onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz (hemcinslerinden kendilerine) eşlik/yoldaşlık edenler de (hizmetlerinde bulunanlar da) vardır. Ve onlar orada sonsuz kalacaklardır.

Bakara 26

ŞÜPHESİZ Allah çekinmez, bir sivri sineği misâl / örnek olarak vermekten; onun daha üstündeki / ötesindeki bir varlığı, misâl olarak vermekten de!.. Böylece iman edenler (bunu) bilirler, şüphesiz onun Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu! Ama kâfirlere gelince: “Allah bu misâlle / örnekle neyi kastetmiştir?” derler. Bununla birçoklarının sapıklığını ortaya / açığa çıkarır. Birçokları da doğru yola girer. Ama bununla (bu misalle), ancak fasıklar (zaten yoldan çıkmış olanlar) sapar.

Bakara 27

Onlar Allah’a verdikleri ahdi/sözü bozarlar; O’na sağlam/kesin söz verdikten sonra! Allah ile olan bağlarını koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte bunlar, hüsrana uğrayan(sapıtmış)ların ta kendileridir.

Bakara 28

Siz Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? (Sizler henüz dünyaya gelmemiş) ölüler (dünyada yok) idiniz, (O) size/sizi (dünyada dirilterek) hayat verdi. Sonra sizi (dünyada iken) öldürecek, sonra sizi (kıyâmet günü yeniden) diriltecek, en sonunda (hesap için) O’nun huzuruna döndürüleceksiniz.

Bakara 29

O ki; yerin altında her ne varsa ve yerin üstünde her ne varsa sizin için yarattı. Sonra da göğü kuşatıp, onu yedi kat sema / gök hâlinde yaptı / tanzim edip düzenledi. O herşeyi hakkıyla bilendir.

Bakara 30

BİR ZAMANLAR Rabbin meleklere demişti ki: “Şüphesiz Ben yeryüzünde bir halife[*] / muhalif (birbirine muhalefet eden) bir varlık[1] oluşturacağım.” Melekler (de cevaben) dedi ki: “Orada süregelen / doğal düzeni bozacak ve kanlar dökecek akıllı[2] bir varlık mı oluşturuyorsun? Sen ki yaptığını mükemmel yaparsın ve Biz ki Sana içtenlikle boyun eğip itaat edenleriz. Senden dolayı / Senin hatırına onu temiz ve kıymetli sayarız”[3] dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” dedi[4].

______________________
[*] Halife / Halifeler: Birbirlerinin yerine bir şekilde geçenler olarak ilk etapta anlamakta fayda var. Yönetici olarak ta karşımıza çıkar. Davud as.’ı yeryüzünde halife / yönetici yaptık, der örneğin. Fakat bir başka anlam olarak ta (insan) muhalif bir varlık olarak karşımıza çıkıyor. En başta kendisini yaratana muhalif oluyor. Allah’ın emri olan: Şu ağaca yaklaşma, dediği hâlde bu emrini çiğniyor. Daha sonra insanın bir başka insanlarla ihtilâf etmesi, birbirlerine muhalif olmaları, birbirlerinin yerine / koltuğuna göz dikmeleri, birbirinin ayağını kaydırması vs. pek şekilde örneklendirebiliriz.

Halife: Önceki nesillerin yerine geçen ve yeryüzünü kullanan ölümlü bir insan veya insan nesli demek, olabilir. Bilindiği üzere birinin kullandığı toprakları, o ölünce başka birisi kullanır. Nitekim her yüzyılda bir nesil mezarlığa taşınır. Ve şehri, yeni gelen insanlar (halefleri) kullanır. Halife; Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi değil, sadece bir kuludur. (Halife kavramı için aşağıdaki 1. nolu dipnota da bakınız lütfen). Bir başka açıdan Halife kavramına bakıldığında: Kur’an’da Nebi ve Rasûller için kullanıldığında yaşadığı ortamda/yeryüzünde insanlar üzerinde YÖNETİCİ olarak kıldığını görürüz. Bizler (insanlar / kullar) için kullanıldığında ise bizden sonra yerimize geçen nesiller olarak anlarız. Ya da: “Ben yeryüzünde birbirine muhalefet eden akıllı bir halife / varlık oluşturacağım” şeklinde bir okuma da yapabiliriz.

Melekler: Allah’a itaatkâr varlıklar olmakla birlikte yer yer muhalif varlıklar olduğunu da görmekteyiz.

İblis: “İblis hariç/bundan kaçındı!” şeklinde Bakara 34’te ortaya çıkar.

Şeytan: Bakara 36’da: “Şeytan/İblis ikisini(n de ayağını) oradan kaydırdı” ifadesiyle karşımıza çıkar. Adı ‘İblis’ iken birden ‘Şeytan’ sıfatını da alır/Allah, ona/İblis’e bu şekilde bir sıfat yükleyerek daha da belirgin hâle getirir/bize tanıtır. (En doğrusunu yine de Allah bilir).

[1] Muhalif varlık, halife’nin sözlük anlamlarındandır. Halife (خَلِيفَةً), “arkada olma ve muhalefet etme” anlamlarına gelen half (خلف) kökündendir; mübalağa (abartı) için sonuna tâ (ة) eklenmiştir (Lisan’ul-Arab). Burada muhalif varlık anlamı vermemiz, Allah’ın insanları bu yapıda yarattığını bildirmesinden dolayıdır (Hûd 11/118-119). Halîf  (خَلِيف) kelimesi feîl (فعيل) kalıbındadır. Bu kalıp hem ism-i fâil/eylemi yapan hem de ism-i mef’ûl/eylemden etkilenen için kullanılır. İsm-i fâil olarak hâlif (الخالف), “arkada kalan”, “birinin yerine geçen” ve “muhalif olan”, ism-i mef’ûl olarak (المخلوف) da “yerine başkası geçen”, “muhalefet edilen” ve “arkasında birini bırakan” demektir. İlk insan olan Âdem as.’ın yerine geçeceği bir kimse olmadığı için o, “başkasının yerine geçen” anlamında halife değil, “muhalefet eden/edilen ve yerine bir başkası geçecek olan” anlamında halifedir.

Hulefa/Halifeler: Birbirlerinin yerine bir şekilde geçenler olarak ilk etapta anlamakta fayda var. Yönetici olarak ta karşımıza çıkar. Davud as.’ı yeryüzünde halife/yönetici yaptık, der örneğin. Fakat bir başka anlam olarak ta muhalif bir varlık karşımıza çıkıyor. En başta kendisini yaratana muhalif oluyor. Allah’ın emri olan: Şu ağaca yaklaşma, dediği hâlde bu emrini çiğniyor. Daha sonra insanın bir başka insanlarla ihtilâf etmesi, birbirlerine muhalif olmaları, birbirlerinin yerine/koltuğuna göz dikmeleri, birbirinin ayağını kaydırması vs. pek şekilde örneklendirebiliriz.

[2] “Akıllı” ifadesi, ayetteki men (مَن) kelimesinden dolayıdır. O kelime Arapçada akıllı varlıklar için kullanılır.

[3] Takdîs (تقديس), “arındırma” demektir (Mekâyîs). “Nukaddisu lek” sözü, nukaddisuhu lek (نُقَدِّسُه لَكَ) anlamındadır.

[4] Allah bu haberi verdiği sırada Mele-i a’lâ’da yani meleklerin en üst seviyedeki topluluğu arasında çekişme çıktı (Sad 38/69-78). Allah’a olan bu itirazları, o çekişmenin bir yansımasıdır. Demek ki melekler de muhalif yapıda imişler. Bu ayetler ve ilgili diğer ayetler (A’raf 7/11-13) o zaman İblis’in de Mele-i a’lâ’da görevli olduğunun açık delilidir. Yahudilerin sözlü geleneğine ait Tevrat dışı eserlerde de Âdem’in yaratılışı ve meleklerin ona secde etmeleriyle ilgili anlatılar yer almaktadır. (Biz bu görüşü benimsemiyoruz ~Sadık TÜRKMEN) Meleklerin Âdem yaratılmadan önceki tartışmalarından ve bazı itirazlarından bahsedilir. İblis’in diğer bütün meleklerden daha üstün bir konumda olduğu anlatılır. Ancak Âdem’e secdeyi kabul etmediği için makamından kovulur ve yeryüzüne sürgün edilir [TB Sanhedrin 38a-38b; Midrash, Bereshit Rabbeti]. Adem’e secde etmeyi biz uygun bulmadığımız için: Âdem’i tanıyıp saygıyla selâmlamayın, olarak meallendirdik.

Bakara 31

Ve Adem’e / Adem’in genlerine bütün varlıkları[n kodlarını koymakla birlikte onları] tanımlama / isimlendirme / ad koyma (kâinat kitabını / ayetlerini doğru anlamlandırma) yeteneği / kabiliyeti verdik. Sonra onları meleklere arzederek: “Eğer biliyorsanız haydi Bana bunların isimlerini / özelliklerini söyleyin / kâinat (kitabını) ayetlerini okuyarak manâ verin” dedik.

Bakara 32

(İblis’in bu itirazına karşılık Meleklerin hepsi): “Seni her şeyden tenzih ederiz/bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiğinden/yaratılışımıza kodladığından başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen her şeyin hikmetini (gerçeğini) bilensin” dediler.

Bakara 33

(Allah şöyle) dedi: “Ey Adem! Onlara bunların özelliklerini haber ver/anlat.” (Adem de) onlara (varlıkların özelliklerini anlatıp, kendisine adlandırması için kodladığımızı) isimlendirerek meleklere iletti/bildirdi. (Allah) buyurdu; “Size göklerin ve yerin gaybını (gizliliklerini) şüphesiz ki Ben bilirim; açığa vurduklarınızı da gizlediğiniz şeyleri de Ben bilirim dememiş miydim?”

Bakara 34

O zaman / bundan sonra meleklere: “Adem için oluşturduğum sistemi tanıyın / benimseyin / yanında durup ona destek verin”[*] demiştik. (Melekler) derhal (Allah’ın oluşturduğu sistemi) benimsediler / tanıdılar / kabullendiler. (Ancak kibirlenip neden ben değil de o diyerek muhalefet eden) İblis hariç / o bundan kaçındı! Büyüklük tasladı ve kâfir[hakkı / gerçeği bildiği hâlde üzerini örtüp gizleyen]lerden oldu.

______________________
[*] Genelde bu ve benzeri ayetlere: “Adem’e secde edin” manâsı verilir. Arapçada “SECDE” kelimesi müşterek bir kelimedir. Cümledeki yerine ve Kur’an’ın çelişmezliğine göre;

a) Allah’a secde. Bir şeyler veya verilen bazı nimetler ya da bazı kullara (Yusuf’un ana-babası ve kardeşlerine) Allah’ın lûtfettiği birileri için (Yusuf as.) için Allah’a yapılan şükür secdesi. Yusuf as.’ın önünde Allah’a yapılan şükür secdesi gibi.

b) İtaat etmek, tanımak; bugün yeni kurulan Devletleri tanıyan vardır, tanımayan ülkeler vardır. Örneğin; Filistin Devletini tanımaya başlayan devletler son günlerde çoğaldı biliyorsunuz (Haziran 2024 itibariyle). Allah’ın hiç yoktan vâreden bu yeni YARATIĞI tanımadığını söyleyen İblis’i de böyle değerlendirmekte fayda var.

c) Boyun eğmek, kabullenmek.

d) Kullara selâm / saygı secdesi yapmak. (Japonlarda olduğu gibi).

e) Yine Japonlarda, Budistlerde olduğu gibi saygı secdesinde bulunmak, saygıdan yere kapanmak. Saygı ile eğilmek (Yusuf’u, kardeşlerinin eğilerek selamlaması gibi).

f) Aslında şöyle de diyebiliriz, İblis kibirlenerek: Neden ben değil de o diyerek muhalefet ediyor.

g) Başka bir kavle göre de; “Adem’de bütünleşin/birleşin”. İblis; “Neden Adem’de bütünleşecekmişiz?”, sorusu ve karşı çıkışıyla Allah’a asilerden oldu. “Neden bende değil de Adem’de bütünleşiliyor? Oysa ben ondan daha hayırlıyım/iyiyim. Onu çamurdan beni ateşten yarattın” diyor. Yani, bir anlamda neden Adem’in neslini şöhret/popüler yapıyorsun da benim neslimi yapmıyorsun demek istiyor. İşte İblis, bundan sonra ŞEYTAN diye yani bu sıfatla anılıyor. (bkz. Bakara: 36)

İbadet maksadıyla yapılan secde ise: Yalnız Allah’a yapılır. Öyle olunca: “Adem’e secde edin” emrini, ADEM’İ KIBLE EDİNİN diye de algılamamız mümkün… Adem burada Allah’ın işâretiyle KÂBE konumundadır. Bizde hoş karşılanmasa da bazı toplumlarda büyüklere/krallara ve kutsal bilinen insanlara saygı secdesi (selâmlaması) yapılmaktadır. Budizm’de, Budistlerce kutsal bilinen kişilerin heykelleri önünde kapanarak yaptığı secde gibi. Japonlar’ın birbirlerini karşılama selamlaması ise hafifçe öne doğru eğilmektir.

Benim kanaatime göre SECDE kelimesi müşterek bir kelime, AYET ise Müteşabih bir Ayet’tir…

Allah ne kastettiyse biz ona iman ediyoruz..

En doğrusunu Allah bilir.

ALLAH ADINA/ALLAH’IN ADINI KULLANARAK ALDATANLAR?!

Yüce Rabbimizin Kitabında açık ve net anlaşılır olan (muhkem/sabit/farklı yorumlara imkân tanımayan) hükümler konusunda olmayacaktır elbette! Müteşabih (birden fazla anlama gelen/müşterek/benzer anlamlar içeren/farklı yorumlar yapılabilecek kelimelerden oluşan) ayetler konusunda olacaktır. Bu konuda İlim sahibi kişileri aldatamazlar, ancak cahil olan (İlimden habersiz -Kur’an’dan bilgi sahibi olmayan) insanları aldatabilirler.

Bakara 35

VE (sonra) dedik ki: “Ey Adem! Sen ve eşin cennete/bahçeye yerleşin. Orada dilediğiniz gibi/istediğiniz yerden serbestçe yiyin. Ancak şu ağaca (harama/size yasaklanmış şeye) yaklaşmayın! Yoksa zalimlerden olursunuz…

Bakara 36

Şeytan[1] (İblis) ikisini[n -Adem ile Eşinin- de ayağını] oradan kaydırdı, böylece (her) ikisini[n] de bulundukları yerden çıkar[ılmasını sağla][2] / her ikisi de cennetteki serbest dolaşım hakları ellerinden alınarak cennetten çıkarıldılar. Biz de (İblis’in yapacağı düşmanlığa dikkat çekerek şöyle) dedik: “Birinizin diğerinize yapabileceği düşmanlığa dikkat ederek (haydi konakladığınız yerden) inin.” Arzda / yeryüzünde sizin için bir süre yerleşim ve bir süreye kadar da (sıkıntılı / zorlu bir) geçim vardır.

______________________
[1] İblis; kötülüğün / kötülerin / insandan ve cinden şeytanların babasıdır, yani bir başka deyimle kötülüğün temsilcisidir. İnsan için büyük bir saldırgan ve saptırıcı / yoldan çıkarıcı bir düşmandır.

[2] Allah azze ve celle katında (yani Mele-i A’la’da -Allah hariç- Yüceler Topluluğu arasında) Görev ve Yetkilendirilmiş KULLARI var. Bu aşamada henüz yeryüzüne yerleştirilmiş İNSANLAR TOPLULUĞU yoktu, bu gerçek biliniyor. Bu aşamadan sonra yeryüzünde AİLELER (Ata, Ana-Baba ve Evlâtlar) oluşturuluyor. Lütfen Nisa 1 ‘i burada okuyunuz. İblis’in de Allah tarafından bir görevi vardı. Adem ile Eşi yaptıkları günahı / hatayı anlayıp tövbe ederek döndüler / hatalarında ısrar etmeyip Allah’tan af ve bağışlanma dilediler. Ancak İblis hatasında / günahında diretti. Baktı ki, Allah tarafından imha / yok edilecek yaratılışına / görevine uygun olarak: Bana mühlet ver / beni ertele, hemen yok etme Rabbim, dedi. Bu yarattığın insanların ne mal olduğunu izin ver sana göstereyim, diyerek?! Allah ise TAMAM, haydi sen kıyâmet gününe kadar mühlet verilenlerdensin, diyerek cevap verdi. Doğru yolunun üzerine oturup, kendine itaat edecek TEK KUL bulamayacaksın, diyerek üstüne üstlük itirazını dile getirdi. Allah ta: Benim öyle kullarım var ki, senin onlar üzerinde hiçbir sultan / gücün olmayacaktır.

Bakara 37

Adem Rabbinden birtakım kelimeler öğrendi ve yalvardı. Rabbinin (vahiy ile kalbine/duygusal zekâsına bıraktığı) kelimeleri aldı. O da tövbesini kabul etti. Şüphesiz Allah tövbeleri kabul eden merhamet sahibidir.

Bakara 38

“Hepiniz (Adem, eşi ve İblis’e) oradan / bahçeden çıkınız” dedik. Eğer Benden size hidâyet / bir yol gösterici gelirse, kim de yol göstericime / hidâyetime tabi olur / uyarsa artık onlar için korku yoktur. Ve (onlar) üzülmeyeceklerdir de!..

Bakara 39

Küfredip bizim ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateş halkıdır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar.

Bakara 40

EY İSRAİLOĞULLARI! Size verdiğim nimetimi hatırlayın, size bağışladığım o nimetleri! Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Ve yalnız Benden korkun!..

Bakara 41

Sizin yanınızdakini (Tevrat’ı) tasdik edici olarak (katımızdan) indirdiğimiz/aktardığımız (doğru bilgi olan Kur’an’a) iman edin. Ve onu inkâr eden[ler]in/tanımayanların ilki olmayın. Benim ayetlerimi dünyalık (menfaatler) karşılığında değişmeyin/(kelimelerin gerçek manâsının içini doşaltıp) değiştirmeyin. Ve yalnız Benden korkun!..

Bakara 42

Ve hak ile batılı (birbirine) karıştırmayın. Ve siz hakkı bile bile gizlemeyin.

Bakara 43

Hem Namazı gereği gibi kılın ve Zekâtı (çalışıp üreterek) verin ve Rüku edenlerle / gönülden boyun eğenlerle birlikte, siz de gönülden boyun eğin/rüku edin…

Bakara 44

İnsanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyor musunuz? Sizler Kitabı (Tevrat’ı) da takip edip/okuyup duruyorsunuz! Halâ anlamayacak mısınız?

Bakara 45

(Allah’tan) yardım isteyiniz; sabrederek ve namazı gereği gibi kılarak!.. Şüphesiz bu, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.

Bakara 46

O kimseler ki; Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’nun huzuruna döneceklerini çok iyi bilirler.

Bakara 47

EY İSRAİLOĞULLARI! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın; sizin üzerinizdeki nimetlerimi ve sizi âlemlerden farklı kıldığımı da (size özel pek çok nimetler verdiğimizi hatırlayın)!..[1]

______________________
[1] Bu ve benzeri ayetlerde ALLAH, İsrailoğulları’na vahiy ve başka nimetler de vererek, onları Firavun zulmünden kurtardığını ifade etmekte, dolayısıyla onlara bu nimetleri hatırlatmaktadır. İsrailoğulları’nın farklı kılınması (üstün değil) onlara verilen bu nimetler sayesindedir.

BU NİMETLERİN VERİLMESİ BİR AYRICALIK, BİR KAYIRMA DEĞİLDİR !

Bir yerde bir ayrıcalık varsa bir kayırma ve özel muamele söz konusu olur. Bu ayetlere sadece Musa ve kavmine ait olacak, bu nimetlerden başka topluluklar yararlanamayacak ; BU OLACAK ŞEY DEĞİLDİR.

Nitekim Musa peygamber, aynı ayetleri/vahyi Firavun ve toplumuna da götürmüştür.

Onlar ta işin başında bu ayetleri yalanlamışlar ve kabul etmemiştiler. Ayrıca ALLAH’ın nimet/vahiy göndermediği toplum mu var ki, biri diğerine üstün olsun. BU BİR ÜSLUP MESELESİ VE BİR İFADE BİÇİMİDİR. Aynen, Fil ve Kureyş Suresinde olduğu gibi.

Yani verilen nimetlerin hatırlatılmasıdır. Bu anlamda ALLAH, her topluma kendisini hatırlatacak nimetler sunmuştur. Bu nimetler onlara yapılan ayrıcalığı değil, ALLAH’ın tüm insanlar için geçerli olan GENEL SÜNNETİNİ ifade etmektedir. Bu anlamda bir üstünlükten değil ancak bir farklılıktan, farklı donanımdan söz edilebilir.

Bakara 48

Öyle bir günden sakının ki; (hiçbir) kimse başka bir kimse adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden, herhangi bir şefaat / aracılık / kayırma da kabul edilmez; o kimseden bir fidye/bir bedel de alınmaz ve onlara yardım da edilmez.

Bakara 49

VE (hatırlayın), sizi Firavun kavminden kurtarmıştık. Size azabın en kötüsünü uygun görmüşlerdi. Sizin oğullarınızı boğazlıyorlar/öldürüyorlar ve kızlarınızı da hayatta bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden (gelen), büyük bir belâ/açığa çıkar(ıl)ma vardı.

Bakara 50

HANİ, sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun ailesini (de) suda boğmuştuk.