Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
(Rahman sıfatıyla bütün İnsanlara merhametiyle muamele eden ve Rahim sıfatıyla da bütün Müslümanlara rahmetiyle davranıp lütfu geniş olan Allah ın adıyla)

Fussilet 1

Ha, Mim.[*]

_____________________
[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli konulara vurgu yapılıyor olmasından, onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.

Fussilet 2

(BU KUR’AN); Rahmân ve Rahîm’den indirilmiştir.

Fussilet 3

(Araştıran, okuyan, düşünen, öğrenmek isteyen); bilgili toplum olmaya çalışanlar için ayetleri (bağıntılı / birbirini tefsir edip bağlantılı ayetleriyle çok detaylı ve çelişkisiz biçimde) açıklanan ve Arapça okunan[1] (indirildiği dönemde okuyanların anladığı dilde indirilmiş ve daha sonra gelecek toplumların anladığı dile çok rahat çevirilebilen) bir Kitap’tır.

______________________
[1] Bkz. İbrahim 4. ayeti gereği bu Kur’an her topluma kendi lisânlarına çeviri yapılarak (adeta Allah’a davet yapan bir Elçi olarak) gönderilmelidir. Onun için, böylece onların dilinde de “OKUNAN KUR’AN” olmalıdır. Kıyâmet gelip çatıncaya kadar bu ibadet (elinizdeki bu çeviriyi başka dillere çevirip ve o toplumlara gönderme, dağıtma ibadeti) devam ettirilmelidir. Bizden sonra kıyâmete kadar gelip geçecek tüm ümmetlere bir TAVSİYE’dir; “Kendilerine ölüm / kendilerinin kıyâmeti gelinceye kadar bu ibadeti / çeviri ve dağıtım işini devam ettirsinler!

Bu mesajımızı KİTAP olarak bastığımızda yazmıştık, ancak şükürler olsun bugün İNTERNET denilen bir gerçek var ve işte tüm dünya insanları buradan Kur’an Meallerine ulaşabiliyorlar (EL-HAMD).

Fussilet 4

Müjdeleyici ve uyarıcı olarak! Ama, onların birçoğu yüz çeviriyor. Artık işitmek istemiyorlar.

Fussilet 5

DEDİLER Kİ: “Kalplerimiz, bizi kendisine çağırdığın şeye karşı örtüler içindedir, kulaklarımızda da bir ağırlık var. Bizimle senin aranda bir perde var; artık sen yap şüphesiz biz de yapanlarız.”

Fussilet 6

De ki: “Ben de sizin gibi bir beşerim[*] / insanım! Yalnız bana İlâhınızın ‘Tek Bir İlâh’ olduğu vahyediliyor (sizden tek farkım, ayrıcalığım vahiy alıyor olmam). O’na yönelerek düzelip doğrulun. O’ndan bağışlanma dileyin.” Ortak koşanların / müşriklerin vay haline!

______________________
[1] Kur’an’da yer alan “Beşer” ve “İnsan” kavramları her ne kadar eş anlamlı gibi görünseler de ilgili ayetler incelendiğinde farklı bağlamlarda kullanıldıkları göze çarpar. Kavramlar arasındaki ortak nokta ise ikisinin de aynı varlığı ifade etmeleridir.

Rabbimiz, “kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan” yarattığını ifade ettiği Adem için birbirini takip eden ayetlerde hem “insan” hem de “beşer” kavramlarını kullanıyor. Bu da Adem’in ve onun türünün yaratılış itibariyle bu iki vasfı taşıdığını gösterir. Bu vasıflar arasındaki farkın ne olduğunu da ilgili diğer ayetlerden öğreniyoruz.

a) Beşer

Kur’an, insan türüyle ilgili fizyolojik yapısı bağlamında bir şey söyleyeceği zaman “beşer” kavramını kullanmaktadır. Örneğin Yusuf’un (a.s) güzelliği karşısında ellerini kesen kadınlar onun bir “beşer” olamayacağını söylüyorlardı. (12/31) İnsanüstü bir varlık olduğuna gönderme yapıyorlardı da diyebiliriz.

Allah’ın elçileri de gönderildikleri toplumlarda “yeme-içme” gibi fizyolojik bazı özelliklerinden dolayı dışlanmışlardır. Zira toplumlar kendileri gibi etten kemikten bir beşer değil, bir melek talep ediyorlardı. İlgili bazı ayetler (23/33-34), (17/95-96).

Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Rabbimiz bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır (21/34).

b) İnsan

“İnsan” kavramının geçtiği ayetlerde insan türünün sosyal bir varlık olması özelliğinden bahsedilmektedir. Mesela, Rabbimiz insana öğrettiği şeylerden bahsederken bu kavramı kullanmaktadır (96/5), (55/3-4).

İnsanın özgür iradesiyle ortaya koyduğu davranışlarla ilgili de bu kavram kullanılır (103/2-3), (96/6-7).

Ayetlerde “sorumluluk ve imtihan” söz konusu olduğunda yine “insan” kavramı devreye girmektedir (33/72)(76/2).

İnsanın ahiretteki durumuyla ilgili ayetlerde de bu kavram kullanılır (79/34-35), (75/10), (89/23).

Sonuç olarak, ayetlerde “beşer” kavramı, insanın etten kemikten bir varlık olması bağlamında kullanılırken; “insan” kavramı irade ve sorumluluk sahibi sosyal bir varlık olması bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Fakat başta ifade ettiğimiz gibi beşer de insan da farklı iki varlığın değil; aynı varlığın iki ayrı vasfıdır / özelliğidir.

Fussilet 7

Ki onlar zekât etmezler / vermezler (müşrikler her türlü şirkten arınıp temizlenmezler), ahireti de inkâr edenlerdir.

Fussilet 8

Şüphesiz iman eden ve (hayata ve insanlığa katkı sağlayarak) faydalı bir işi en iyi şekilde yapanlara kesintisiz mükâfat vardır.

Fussilet 9

DE Kİ: “Siz Arz’ı iki günde[1] yaratanı inkâr mı ediyorsunuz? O’na eşler koşuyorsunuz ha?! O âlemlerin Rabbidir.”

______________________
[1] İki aşamada, iki düzlemde, karalar ve denizler gibi, iki bölümde vb.

Fussilet 10

(Yeryüzünün) üstüne ağır baskılar / sabit dağlar koydu ve orada bereketli / çok verimli gıdalar meydana getirdi. Ve orada gıdalarını tam dört gün[mevsim]de takdir etti; arayıp soran[çalışan]lar için!

Fussilet 11

Aynı zamanda bir duman / gaz hâlinde olan göğe yöneldi.[1] Ona (göğe) ve yere buyurdu: “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” (Onların ikisi de) ‘bizler boyun eğerek / isteyerek geldik’ dediler.

______________________
[1] Bkz. Kozmoloji Bilimi, hidrojen hâlinde gaz olan göğe. Tahmini oluşum yılı araştırılabilir. İstiva: Yükselmek, kaplamak, yönelmek. Müteşabih bir kavramdır. Manâsı malûm, keyfiyeti meçhûl!

Fussilet 12

Böylece onları iki evrede / günde[4] (geceli gündüzlü dönerli) yedi gök olarak yaptı ve her bir göğe emrini / görevini / sorumluluğu vahyetti / bildirdi. Biz (dünya semâsı olan) yakın göğü de yıldızlarla süsledik ve onu (dünyayı yıldızlarla) koruduk. İşte bu; üstün, bilen Allah’ın takdiridir.

Fussilet 13

(BÜTÜN bu kozmik gerçeklere rağmen) onlar yine de yüz çevirirlerse, de ki: “Ben sizi, Âd Kavmini ve Semud Kavmini çarpan, yıldırıma benzer bir yıldırım ile uyardım!”

Fussilet 14

Hani onlara önlerinden ve arkalarından; “Yalnız Allah’a kulluk edin” diye elçiler geldiği vakit dediler ki: “Eğer Rabbimiz dileseydi, elbette melekler indirirdi! Şüphesiz biz, sizin gönderildiğiniz şeyi, inkâr edicileriz / tanımayanlarız.”

Fussilet 15

Âd Kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar. Ve: “Bizden daha güçlü kim var?” dediler. Görmediler mi? Kendilerini yaratan Allah’ın, kuvvet yönünden kendilerinden daha güçlü olduğunu!.. Yine de Bizim ayetlerimizle bile bile mücadele ediyorlar!..

Fussilet 16

Üzerlerine dondurucu bir rüzgâr / kasırga gönderdik; içinde çok feci şeylerin olduğu / onlar için acı günlerde! Onlara dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için! Ahiret azabı ise daha bir kepazeliktir / rezil edicidir. Onlara hiç yardım da edilmez.

Fussilet 17

Semûd Kavmine gelince, onlara da doğru yolu gösterdik. Fakat amâlığı / körlüğü (gerçekleri görmeyip kabul etmemeyi) doğru yola üstün tutup hoşlandılar. Böylece onları alçaltıcı azabın yıldırımı yakalayıverdi. Kazanmış oldukları yüzünden!..

Fussilet 18

İman eden ve korunup sakınmakta olanları kurtardık.

Fussilet 19

ALLAH’a düşman olanların / düşmanlık edenlerin ateşe sürüldükleri o gün, onlar toplanıp bir araya getirilirler;

Fussilet 20

nihayet oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri yapmış oldukları şeyler hakkında, onların aleyhine şahitlik ettiler.

Fussilet 21

Kendi derilerine dediler ki: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” Dediler ki: “Allah bizi konuşturdu! Her şeyi konuşturabilen Allah! Sizi ilk defa O yaratmıştır. Ve yine O’nun katına / huzuruna (hesap vermek üzere) döndürülüyorsunuz.”

Fussilet 22

Siz ne kulaklarınızın (dinleyerek sesli kayıt altına alındığından), ne gözlerinizin (görerek görüntülü kayıt altına alındığından) ve ne de derilerinizin (sesli ve görüntülü olarak) aleyhinize şahitlik etmesinden sakınıp gizlenmiyordunuz. Aksine (Allah’ın) kapalı yerlerde işlediğiniz suçları bilemeyeceğini sanıyordunuz.

Fussilet 23

İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu zannınız, sizi mahvetti ve hüsrana uğrayanlardan oluverdiniz!

Fussilet 24

Şimdi, eğer dayanabilirlerse onların yeri ateştir. Ve özür dilemek isterlerse özürleri kabul edilmeyecektir.

Fussilet 25

Ve onlara birtakım arkadaşlar iliştiler; önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri onlara süslü gösterdiler. Ve üzerlerine kendilerinden önce gelip geçmiş, cin ve insan topluluklarına uygulanan söz hak oldu. Çünkü onlar, zararda olanlar idiler.

Fussilet 26

İNKÂR EDENLER dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin! Ve onun hakkında gürültü[1] koparın / asılsız şeylerle meşgul edin ki; belki böylece onu bastırır / durdurursunuz!”

______________________
[1] Yüzyıllardır Kur’an’ı; insanların günlük yaşamlarından uzaklaştırmak için, çeşitli şekillerde fikirler ortaya atmakta ve sürekli gürültü çıkarıcı fikirler üretmektedirler. 19 mucizesi, şifreler vs. gibi şeyler?! TV’lerde yapılan programlar aslında; anlaşılması ve hayata geçirilmesi çok kolay olan Kur’an’ı; insanların algılarıyla oyun oynama, bilinçli veya bilinçsiz (şeytanın vesveselerini bilim veya bilimsellik zannederek) zor gösterme çabalarıdır, diye düşünüyorum.

Fussilet 27

Elbette inkâr edenlere çok şiddetli bir azap tattıracağız. Ve elbette onları, yapmış olduklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.

Fussilet 28

İşte bu, Allah’a düşmanlık yapanların cezası olan ateştir! Orada onlar, ayetlerimizi inkâr etmelerinin karşılığı olarak, sonsuz kalacaklardır.

Fussilet 29

İnkârcılar dediler ki: “Rabbimiz! Bizi saptıran kimseleri bize göster;-cinlerden ve insanlardanonları ayaklarımızın altına alalım da alçaklardan olsunlar!”

Fussilet 30

GERÇEKTEN Rabbimiz Allah’tır diyen, sonra; dosdoğru olan kişilerin üzerlerine/duygusal zekâlarına melekler iner, onlara: “Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin!

Fussilet 31

Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız! Orada nefislerinizin iştah duyduğu her nimet sizindir.

Fussilet 32

Bağışlayan, esirgeyenden bir ağırlama olarak!”

Fussilet 33

ALLAH’a çağıran; salih ameli / insana ve hayata katkı sağlayacak faydalı her işi en iyi şekilde (ticaretine, alışverişine, hizmetine hile karıştırmadan dürüstçe) yapan ve ’ben Müslümanlardanım / Allah’a teslim olanlardanım’ diyen kimselerden daha güzel sözlü kim olabilir?

Fussilet 34

İyilik ve kötülük bir olmaz. Sen, sana kötülük yapana, aynısıyla karşılık verme! (Kötülüğü, güzel bir davranış ile başından savmaya çalış). O zaman (görürsün / bakarsın ki) sana düşmanlık yapan, kendisiyle de barışık olmayan / iç huzuru olmayan kimse, sanki sıcak / samimi bir dostun oluvermiştir!

Fussilet 35

Buna, sabreden kimselerden başkası kavuşamaz! Buna, iç huzuru olanlardan başkası kavuşamaz!

Fussilet 36

Şeytan seni, kötü bir düşünce ile dürtüklerse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.

Fussilet 37

O’NUN ayetlerindendir gece ve gündüz, Güneş ve Ay! Siz Güneş’e de Ay’a da secde etmeyin![1] Onları yaratan Allah’a secde edin. Eğer yalnız O’na ibadet etmek / kul olmak istiyorsanız!

______________________
[1] Bkz. En’am 77, 78, 79. ayetler ve dipnotları.

Fussilet 38

Eğer büyüklük taslarlar ise, bilsinler ki; Rabbinin katında bulunanlar, gece ve gündüz, O’nu tesbih ediyorlar. Onlar hiç bıkmaz usanmazlar.

Fussilet 39

Şu da O’nun ayetlerindendir; sen yeryüzünü kupkuru görürsün, onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir ve kabarır! Şüphesiz, o toprağı dirilten elbette ölüleri de diriltendir! Şüphesiz O, herşeye kadirdir.

Fussilet 40

AYETLERİMİZİ anlam olarak saptıran / tahrife yeltenen kimseler[1] Bize gizli kalmazlar. Ateşin içine atılan kimse mi daha hayırlıdır? Yoksa kıyâmet günü emniyet içinde gelen kimse mi? Yapmayı düşündüğünüz şeyleri yapın. Şüphesiz O yaptıklarınızı görmektedir.

______________________
[1] Mesajlarımızın anlamını, gereksiz tartışmalarla saptırmaya kalkışanlar.

Fussilet 41

Onlar, kendilerine geldiği zaman Zikri / Kur’an’ı inkâr ettiler. Halbuki o; eşsiz, üstün bir Kitap’tır.

Fussilet 42

Bâtıl / boş ve anlamsız hiçbir şey onun indirilişi / aktarılışı / anlatımı sırasında ve sonrasında sokulamamıştır.[1] Hâkim / en doğru kararı veren, çokça övülen tarafından indirilmiştir.

_____________________
[1] Bkz. Vakıa 77-80. ayetleri ve 5 nolu dipnota. Şeytanlar sokulma cesareti bile gösterememiştir. Çünkü onları yok edecek ‘alev topları’ bekliyordu!

Fussilet 43

Sana söylenen şey, senden önceki elçilere de söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Şüphesiz Rabbin; hem bağışlama, hem de acıklı bir azap sahibidir.

Fussilet 44

Eğer Biz onu yabancı (dilde)[1] bir Kur’an yapsaydık ne derlerdi? Hiçbir şey anlayamıyoruz, anlayacağımız bir dilde (Arapça) açıklanmalı değil miydi?[*] De ki: “O iman edenlere yol gösterici ve (yüreklerde olan sıkıntılara) şifâdır. İnanmayan kimselere gelince; onların kulaklarında bir ağırlık var (duymak istemiyorlar) ve bir körlük (görmek istemiyorlar), uzak bir yerden çağrılıyorlar (gibi duymak istemiyorlar!)

______________________
[1] [*] Bu ayetin işaret ettiğine göre: Kur’an’ın global dünya dillerine çevrilmesi tüm topluma Allah tarafından yüklenilen farz-ı kifâyedir! Hani Arapça konuşan bir topluma yabancı dilde bir Kitap indirilseydi; “Bir Arap’a yabancı dilde Kur’an olur mu?” diyecekleri gibi, yani Arap için geçerli olan bu kural/yasa/kanun/sünnet diğer toplumlar için de geçerli olmalıdır. O toplumların da itiraz hakları vardır bu ayete göre. Onun için Kur’an’ın her kavmin diline çevrilmesi farz-ı kifâyedir. (Allah’ın topluma yüklediği bir emirdir). Bir toplumda hiç kimse bu emri yapmıyorsa bütün toplum sorumludur. Lâkin şükürler olsun ki, bugün (Allah’ın izin vermesiyle) teknoloji bu sorunu da çözdü: İnternet ortamında neredeyse tüm dünya dillerine çevirilebiliyor. Artık kimsenin “Kur’an’dan haberim yoktu, bilmiyordum” gibi bir mazereti olmayacaktır.

Fussilet 45

ANT OLSUN Biz Musa’ya kitabı verdik. Sonra onda ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden geçmiş bir söz olmasaydı, derhal aralarında hükmedilirdi/karar verilirdi. Gerçekten onlar, ondan derin bir şüphe içindedirler.

Fussilet 46

KİM (insana ve hayata katkı sağlamak için) salih amel / yararlı bir iş yaparsa faydası kendisinedir. Kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir / zararı kendisinedir. Rabbin asla kullara zulmedici değildir.

Fussilet 47

Duruşma saatinin ilmi, ancak O’na havâle edilir. O’nun bilgisi olmaksızın meyveler kabuklarından çıkmaz, hiçbir dişi hamile kalmaz ve doğurmaz… Allah onlara: “Bana ortak koştuklarınız nerede?” diye seslendiği gün; “Sana arz ederiz ki, bizden hiçbir tanık yoktur” derler.

Fussilet 48

Önceden yalvarıp durdukları şeyler, kendilerinden sapıp gitmişlerdir. Kendileri için kaçıp kurtulacak bir yer olmadığını anlamışlardır!

Fussilet 49

İNSAN, iyilik istemekten asla usanmaz. Oysa kendisine bir şer dokundu mu hemen karamsar ve umutsuz olur!

Fussilet 50

Eğer ona, kendisine dokunan bir zararın ardından, tarafımızdan bir rahmet tattırırsak: “Bu benim hakkımdır. Ben kıyamet saatinin kopacağını sanmıyorum! Şayet Rabbime döndürülürsem, ayrıca, O’nun katında da benim için daha güzel şeyler vardır” (der). Biz inkâr edenlere mutlaka yaptıkları şeyleri haber vereceğiz. Onlara; kaba, çetin azaptan tattıracağız.