MÜMİNLER başarıya ulaştı / ulaşsınlar![1]
______________________
[1] İşte müminlere (ve uyduklarında tüm insanlara) başarının / başarma yollarının apaçık REÇETESİ 2-11 arası ayetlerdir, iyi düşünerek okumak lâzımdır.
Kur’an’ın Kur’anca Anlam Okuyuşu
İniş Sırası: 74 • Mushaf Sırası: 23 • Mekki Sure • 118 Ayettir
MÜMİNLER başarıya ulaştı / ulaşsınlar![1]
______________________
[1] İşte müminlere (ve uyduklarında tüm insanlara) başarının / başarma yollarının apaçık REÇETESİ 2-11 arası ayetlerdir, iyi düşünerek okumak lâzımdır.
Onlar ki; salâtlarında (dinlerini yalnız Allah’a has kılıp korkarak O’na sarılırlar) / namazlarında (Kur’an’ı ve Ayetleri huşû içerisinde okuyup anlamını bağlantılarıyla birlikte düşünerek) yalnız O’na yönelirler.
Onlar ki, boş ve saçma şeylerden yüz çevirenlerdir.
Onlar ki, zekât[1] vermek (madden ve manen huzur bulmak) için (bütün güçleriyle) çalışanlardır.
______________________
[1] Zekât etmek/vermek: Madden ve manen temiz kalmak, arınmak demektir. Maddeten Zekât verebilmek için kazanmak lâzım. Üretim ve para kazanma faaliyetleri tavsiye ediliyor. Mânen zekât ise; her türlü şirkten, kötü düşünce ve duygular- dan sürekli Kur’an okuyarak (Kur’an ibadeti ile) arınmak demektir.
Ve onlar ki; ferçlerini / iffetlerini / edep yerlerini açmayıp koruyanlardır.
(Müminler) ancak (hür / vatandaş olan) eşleri yahut malik / sahip oldukları / hakimiyetleri altında olup[*] (hür / vatandaş olmayan) yabancı kadınlardan (nikâhlarına aldıkları) eşleri hariç (iffet / edep yerlerini açmasınlar!) Çünkü onlar (o müminler) bunlardan (eşlerinin yanındaki özel hâllerinden) dolayı kınanmazlar.
______________________
[*] Literatürde Esir Kadınlar olarak geçer: Vatandaş olmayan yabancı kadın ya da kadınlar demektir. Miras hakkı olmayan bu yabancı kadınlarla ancak özel sözleşmelerle evlilik yapılabilir (burada iki eşlilik, yani bir adamın iki eşi var gibi anlam çıkarılmamalı, Müminlerden bahsedilirken İKİ MÜMİN ERKEK örnek verilmektedir; hür kadına sahip olan ile, hür kadına sahip olmayanlar anlaşılmalı. Maalesef bu dört ya da çok eşlilik meselesi de yanlış anlaşılmıştır. Orada Allah; farklı mümin erkeklere hitap ederek, dileyen ikişer çocuklu, üçer çocuklu veya dörder çocuklu (savaş vb. durumlardan dolayı) ortada kalmış kadınlarla evlilik yapılması tavsiye edilmiştir. Pek çok Meal Sahibi: İkişer, üçer, dörder kadınla evlilik olarak vermişlerdir.
ma مَا
meleket مَلَكَتْ
eymanuhum أَيْمَانُهُمْ
Sağ elinizin sahip olduğu ya da oldukları Kur’an’da ‘sağ’ genelde ‘güç kuvvet’ anlamında kullanılır: İslâm öncesi bir uygulama olan kölelik ve cariyeliğin İslâm’da / Kur’an’da yeri yoktur.
O gün yürürlükte olan bir uygulama olduğu için Kur’an’da bu konulara da; ‘ma meleket eymanuhum’ veya ‘eymanuhunne’ olarak gelen kelimeler sağ elinizin sahip oldukları olarak değinilmiştir.
Geçmişte ve bugün de bilindiği üzere kadın esirler Cariye olarak adlandırılmıştır.
Oysa Kur’an’da CARİYE kelimesi kullanılmaktadır, hem de CRY kökünden farklı gelişte tam 64 yerde geçmektedir ve esir köle kadınlarla (cariyelikle) hiçbir ilgisi yoktur.
TERİMLER başlığında CARİYE başlığı adı altında bu konuya değinilmiştir. Tekrar etmekte fayda var: Esir alınan erkek kişi köle, kadın ise cariye olarak adlandırılmıştır.
Muhammed as.’a gelen Kur’an / İslâm ile esir kadın ve erkeklerin bir vesile ile (bedelleri ödenerek veya Müslümanlarla evlendirilerek özgürleştirilmeleri ve serbest bırakılmaları sağlanmıştır.
Bugün ise savaş olan ya da olmayan bölgelerden kaçıp Ülkemize sığınmacı olarak gelenler göz önünde bulundurularak bu mesele şöyle yorumlanabilir: Mâlık / hak sahibi oldukları / hakimiyetleri altında olanlardan kasıt; ülkelerine / ülkemize bir vesile ile çalışmaya gelmiş, iş yerlerinde / fabrikalarında çalışan vatandaş olmayan kadın ya da kadınlar veya erkekler olabilir, diye düşünüyoruz. Bu kişiler bekâr ise patronlar / işverenler tarafından elemanlarından herhangi birileriyle (kişiler kendileri de isterlerse) evlendirilebilirler. En doğrusunu Allah bilir.
Bu kişiler aynı zamanda diğer çalışan hür kişiler yani Ülke Vatandaşı olan erkek ya da kadınlarla da evlendirilebilirler. Bir başka deyimle; savaş ortamında Müslümanların tarafına bir şekilde geçmiş kadınlar da olabilir veya Ülkelerine çalışmaya gelmiş olanlar da olabilir.
Son söz olarak: Savaşta veya barışta fark etmez; özel veya resmi evlilik sözleşmeleri olmadıkça yani nikâh yapılmadıkça hiçbir kimse kadınlara dokunamaz yani cinsi münasebette bulunamaz, Allah bunu yasaklamıştır, haram kılmıştır; yapan zina etmiş olur.
Kim bunun ötesine gitmek isterse işte onlar haddi aşanlardır.
Ve onlar ki; emânetlerine ve sözleşmelerine uyanlardır.
Ve onlar ki; namazlarına özen göstererek (namazlarını gereği gibi kılıp üzerine titreyerek) muhafaza edenlerdir / koruyanlardır.[1]
______________________
[1] Bilinçli ve okuduklarını anlamaya çalışarak namaz kılarlar ve kötülükten kaçınırlar. Namazlarında Allah’a büyük bir huşû ile / saygı ile odaklanırlar. Ayrıca namazda devamlılık, süreklilik; insan olarak olgunlaşmanın, kâmil insan olmanın olmazsa olmazlarındandır.
İşte, vâris olacak olanlar, böyleleridir!
Onlar Firdevs’e vâris olacak ve orada sonsuz kalacak olanlardır.
TEK GERÇEK ŞU Kİ; Biz insanı, ilk önce balçıktan/süzme bir çamurdan yarattık.
Sonra, onu nutfe halinde sağlam bir karargâha yerleştirdik.
Sonra o nutfeyi alâkaya / embriyoya / hücrelere çevirdik, hücreleri / embriyoyu bir çiğnem et yaptık. Sonra, o et parçasını kemiklere çevirdik ve bu kemiklere de et giydirdik. Sonra (onun için yarattığımız kişiye özel ruhu / kişinin ruhunu üfleyerek, bedenine giydirerek) onu bambaşka (akıllı) bir yaratık olarak inşa ettik![1] Yaratıp biçim verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir!
______________________
[1] Bkz. Anatomi kitapları.
Sonra siz bütün bunların ardından mutlaka ölecek olanlarsınız!
Sonra siz kıyâmet günü elbette (yeniden) diriltilirsiniz!
Ant olsun, Biz sizin üzerinizde yedi kat yol/gök yarattık; Biz, yaratmaktan gafil değiliz.
GÖKYÜZÜNDEN bir ölçüyle su indirdik de, onu yeryüzünde durdurduk/biriktirdik/kaynak yaptık. Şüphesiz Biz onu gidermeye de güç yetirenleriz.
Böylelikle, onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları var ettik/yetiştirdik; içlerinde sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz.
Tur-i Sina’dan[1] da yetişen bir ağaç yarattık ki, hem yağ verir ve hem de yiyenler için bir katıktır![2]
______________________
[1] Sina Dağı.
[2] Zeytin ağacı; bitkisi ve yağıyla.
Hayvanlarda da sizin için gerçekten bir ibret vardır. Karınlarının içindekilerden size (süt) içiriyoruz! Yine onlarda sizin için daha birçok yararlar vardır, hem de onlardan yiyorsunuz!
Ayrıca, hem hayvanların, hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız!
VE YİNE gerçek şu ki; Nuh’u kavmine gönderdik dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kul olun. Sizin için O’ndan başka bir İlâh / sizin üzerinizde O’ndan başka bir Otorite yoktur! Artık korunup sakınmaz mısınız?”
Kavminden inkârcı ileri gelenler dediler ki: “Bu sizin gibi bir beşerden[1] / insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmeyi istiyor! Eğer Allah dileseydi / gerek görseydi[2] elbette birtakım melekleri indirirdi. Biz evvelki atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik!
______________________
[1] Kur’an’da yer alan “Beşer” ve “İnsan” kavramları her ne kadar eş anlamlı gibi görünseler de ilgili ayetler incelendiğinde farklı bağlamlarda kullanıldıkları göze çarpar. Kavramlar arasındaki ortak nokta ise ikisinin de aynı varlığı ifade etmeleridir.
Rabbimiz, “kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan” yarattığını ifade ettiği Adem için birbirini takip eden ayetlerde hem “insan” hem de “beşer” kavramlarını kullanıyor. Bu da Adem’in ve onun türünün yaratılış itibariyle bu iki vasfı taşıdığını gösterir. Bu vasıflar arasındaki farkın ne olduğunu da ilgili diğer ayetlerden öğreniyoruz.
a) Beşer
Kur’an, insan türüyle ilgili fizyolojik yapısı bağlamında bir şey söyleyeceği zaman “beşer” kavramını kullanmaktadır. Örneğin Yusuf’un (a.s) güzelliği karşısında ellerini kesen kadınlar onun bir “beşer” olamayacağını söylüyorlardı. (12/31) İnsanüstü bir varlık olduğuna gönderme yapıyorlardı da diyebiliriz.
Allah’ın elçileri de gönderildikleri toplumlarda “yeme-içme” gibi fizyolojik bazı özelliklerinden dolayı dışlanmışlardır. Zira toplumlar kendileri gibi etten kemikten bir beşer değil, bir melek talep ediyorlardı. İlgili bazı ayetler (23/33-34), (17/95-96).
Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Rabbimiz bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır (21/34).
b) İnsan
“İnsan” kavramının geçtiği ayetlerde insan türünün sosyal bir varlık olması özelliğinden bahsedilmektedir. Mesela, Rabbimiz insana öğrettiği şeylerden bahsederken bu kavramı kullanmaktadır (96/5), (55/3-4).
İnsanın özgür iradesiyle ortaya koyduğu davranışlarla ilgili de bu kavram kullanılır (103/2-3), (96/6-7).
Ayetlerde “sorumluluk ve imtihan” söz konusu olduğunda yine “insan” kavramı devreye girmektedir (33/72), (76/2).
İnsanın ahiretteki durumuyla ilgili ayetlerde de bu kavram kullanılır (79/34-35), (75/10), (89/23).
Sonuç olarak, ayetlerde “beşer” kavramı, insanın etten kemikten bir varlık olması bağlamında kullanılırken; “insan” kavramı irade ve sorumluluk sahibi sosyal bir varlık olması bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Fakat başta ifade ettiğimiz gibi beşer de insan da farklı iki varlığın değil; aynı varlığın iki ayrı vasfıdır/özelliğidir.
[2] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır.
Bu, ancak kendisinde mecnunluk/cinlenmişlik/delilik/akıl hastalığı bulunan bir adamdır. Hele, onu bir süreye kadar gözetleyin bakalım!”
(Nuh): “Beni yalanlamaları karşısında, bana yardım et Rabbim!” dedi.
Biz de ona şöyle vahyettik: “Bizim gözetimimizde ve vahyimizle gemiyi yap. Emrimiz gelip de tandır kaynayınca / sular yükselince, her cinsten / canlıdan birer çift[1] ile aileni gemiye bindir. Onlardan aleyhlerine (azap) sözü geçmiş olan kimseler hariç! Zulmedenler hakkında Bana yalvarma / Benden bir şey isteme! Çünkü onlar mutlaka boğulacaklardır!
______________________
[1] O çevrede bulunan her cins hayvandan birer çift.
Sen ve yanında bulunanlar gemiye yerleştiğiniz zaman: “Bizi, zalim kavimden kurtaran Allah’a övgüler olsun!” de.
De ki: “Rabbim! Beni kutlu bir inişle indir. Sen konuk edenlerin en hayırlısısın!”
Şüphesiz bunda, bir çok ibretler / dersler vardır. Gerçekten Biz (birbirinize) yaptıklarınızla sizleri sınayanlarız (içinizdeki gerçeği açığa çıkanlarız).
SONRA onların (Adem’den Nuh’a kadarki ilk neslin) ardından başka bir nesil[1] var ettik.
______________________
[1] Burada, bu bölümlerde 31-41. ayetlerde ve 42-44. ayetlerde sözü edilen nesiller ve elçiler bizim için gaybtır. Tüm elçilerin ortak hayat hikayelerini içerir. Allah ne bir toplum ismi, ne de bir elçi ismi vermiştir. Tarihte, Ad kavmidir diyenler de olmuştur.
Onlara da kendi içlerinden: “Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir İlâh / Otorite yoktur! Korunup sakınmaz mısınız?” diyen bir elçi[1] gönderdik.
______________________
[1] Burada, bu bölümlerde 31-41. ayetlerde ve 42-44. ayetlerde sözü edilen nesiller ve elçiler bizim için gaybtır. Tüm elçilerin ortak hayat hikayelerini içerir. Allah ne bir toplum ismi, ne de bir elçi ismi vermiştir. Tarihte, Ad kavmidir diyenler de olmuştur.
ONUN kavminden inkârcı olan, ahiret buluşmasını yalanlayan ve kendilerine, dünya hayatında lükse izin verdiğimiz ileri gelenler dediler ki: “Bu, sizin gibi bir beşerden[*] / insandan başka bir şey değildir. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor ve içtiklerinizden de içiyor!
______________________
[1] Kur’an’da yer alan “Beşer” ve “İnsan” kavramları her ne kadar eş anlamlı gibi görünseler de ilgili ayetler incelendiğinde farklı bağlamlarda kullanıldıkları göze çarpar. Kavramlar arasındaki ortak nokta ise ikisinin de aynı varlığı ifade etmeleridir.
Rabbimiz, “kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan” yarattığını ifade ettiği Adem için birbirini takip eden ayetlerde hem “insan” hem de “beşer” kavramlarını kullanıyor. Bu da Adem’in ve onun türünün yaratılış itibariyle bu iki vasfı taşıdığını gösterir. Bu vasıflar arasındaki farkın ne olduğunu da ilgili diğer ayetlerden öğreniyoruz.
a) Beşer
Kur’an, insan türüyle ilgili fizyolojik yapısı bağlamında bir şey söyleyeceği zaman “beşer” kavramını kullanmaktadır. Örneğin Yusuf’un (a.s) güzelliği karşısında ellerini kesen kadınlar onun bir “beşer” olamayacağını söylüyorlardı. (12/31) İnsanüstü bir varlık olduğuna gönderme yapıyorlardı da diyebiliriz.
Allah’ın elçileri de gönderildikleri toplumlarda “yeme-içme” gibi fizyolojik bazı özelliklerinden dolayı dışlanmışlardır. Zira toplumlar kendileri gibi etten kemikten bir beşer değil, bir melek talep ediyorlardı. İlgili bazı ayetler (23/33-34), (17/95-96).
Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Rabbimiz bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır (21/34).
b) İnsan
“İnsan” kavramının geçtiği ayetlerde insan türünün sosyal bir varlık olması özelliğinden bahsedilmektedir. Mesela, Rabbimiz insana öğrettiği şeylerden bahsederken bu kavramı kullanmaktadır (96/5), (55/3-4).
İnsanın özgür iradesiyle ortaya koyduğu davranışlarla ilgili de bu kavram kullanılır (103/2-3), (96/6-7).
Ayetlerde “sorumluluk ve imtihan” söz konusu olduğunda yine “insan” kavramı devreye girmektedir (33/72), (76/2).
İnsanın ahiretteki durumuyla ilgili ayetlerde de bu kavram kullanılır (79/34-35), (75/10), (89/23).
Sonuç olarak, ayetlerde “beşer” kavramı, insanın etten kemikten bir varlık olması bağlamında kullanılırken; “insan” kavramı irade ve sorumluluk sahibi sosyal bir varlık olması bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Fakat başta ifade ettiğimiz gibi beşer de insan da farklı iki varlığın değil; aynı varlığın iki ayrı vasfıdır/özelliğidir.
Eğer, sizin gibi bir beşere[1] / insana itaat ederseniz, o zaman siz, mutlaka kayba uğrayanlar olursunuz!
______________________
[1] Kur’an’da yer alan “Beşer” ve “İnsan” kavramları her ne kadar eş anlamlı gibi görünseler de ilgili ayetler incelendiğinde farklı bağlamlarda kullanıldıkları göze çarpar. Kavramlar arasındaki ortak nokta ise ikisinin de aynı varlığı ifade etmeleridir.
Rabbimiz, “kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan” yarattığını ifade ettiği Adem için birbirini takip eden ayetlerde hem “insan” hem de “beşer” kavramlarını kullanıyor. Bu da Adem’in ve onun türünün yaratılış itibariyle bu iki vasfı taşıdığını gösterir. Bu vasıflar arasındaki farkın ne olduğunu da ilgili diğer ayetlerden öğreniyoruz.
a) Beşer
Kur’an, insan türüyle ilgili fizyolojik yapısı bağlamında bir şey söyleyeceği zaman “beşer” kavramını kullanmaktadır. Örneğin Yusuf’un (a.s) güzelliği karşısında ellerini kesen kadınlar onun bir “beşer” olamayacağını söylüyorlardı. (12/31) İnsanüstü bir varlık olduğuna gönderme yapıyorlardı da diyebiliriz.
Allah’ın elçileri de gönderildikleri toplumlarda “yeme-içme” gibi fizyolojik bazı özelliklerinden dolayı dışlanmışlardır. Zira toplumlar kendileri gibi etten kemikten bir beşer değil, bir melek talep ediyorlardı. İlgili bazı ayetler (23/33-34), (17/95-96).
Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Rabbimiz bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır (21/34).
b) İnsan
“İnsan” kavramının geçtiği ayetlerde insan türünün sosyal bir varlık olması özelliğinden bahsedilmektedir. Mesela, Rabbimiz insana öğrettiği şeylerden bahsederken bu kavramı kullanmaktadır (96/5), (55/3-4).
İnsanın özgür iradesiyle ortaya koyduğu davranışlarla ilgili de bu kavram kullanılır (103/2-3), (96/6-7).
Ayetlerde “sorumluluk ve imtihan” söz konusu olduğunda yine “insan” kavramı devreye girmektedir (33/72), (76/2).
İnsanın ahiretteki durumuyla ilgili ayetlerde de bu kavram kullanılır (79/34-35), (75/10), (89/23).
Sonuç olarak, ayetlerde “beşer” kavramı, insanın etten kemikten bir varlık olması bağlamında kullanılırken; “insan” kavramı irade ve sorumluluk sahibi sosyal bir varlık olması bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Fakat başta ifade ettiğimiz gibi beşer de insan da farklı iki varlığın değil; aynı varlığın iki ayrı vasfıdır/özelliğidir.
O size; öldüğünüz, toz toprak ve kemik yığını haline geldiğiniz zaman kesinlikle yeniden dirileceğinizi / hayata çıkarılacağınızı / döndürüleceğinizi mi vadediyor?
Heyhat! Size vadolunan şey ne kadar uzak, ne kadar!
Bizim için hayat ancak bu dünya hayatımızdır. Yaşarız ve ölürüz! Biz tekrar diriltilecek değiliz!
Bu adam sadece Allah’a karşı yalan uyduran bir adamdır! Ve biz ona inanıcı değiliz.”
Dedi ki: “Rabbim! Beni yalanlamaları karşısında bana yardım et.”
(Allah) buyurdu: “Pek yakında, onlar pişman olanlardan olacaklar.”
Derken gerçekten korkunç bir ses onları yakaladı. Onları bir sel süprüntüsü (sel sonrası çer çöp) hâline getirdik! O zalimlerin toplumu uzak olsun!
SONRA, onların ardından başka nesiller inşa ettik!
Hiçbir toplum (azabı hak edince) süresini ileri geçemez ve öne de alınmaz.
Sonra Biz, ardı ardına elçilerimizi gönderdik. Her ümmete/topluma elçileri geldikçe onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardınca mahvettik. Onları anlatılan basit öyküler/kıssalar yaptık! Artık gerçeklere inanmayan toplum, Bizden uzak olsun!
VE SONRA Musa’yı ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir kanıtla/mucize ile gönderdik;
Firavun’a ve ileri gelen adamlarına! Onlar büyüklük tasladılar. Zaten böbürlenen bir topluluk idiler!
Dediler ki: “Biz, bizim gibi olan bu iki beşere[*] / insana inanır mıyız? Bu iki adamın kavmi bize kölelik eden[esir]lerken!..”
______________________
[1] Kur’an’da yer alan “Beşer” ve “İnsan” kavramları her ne kadar eş anlamlı gibi görünseler de ilgili ayetler incelendiğinde farklı bağlamlarda kullanıldıkları göze çarpar. Kavramlar arasındaki ortak nokta ise ikisinin de aynı varlığı ifade etmeleridir.
Rabbimiz, “kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan” yarattığını ifade ettiği Adem için birbirini takip eden ayetlerde hem “insan” hem de “beşer” kavramlarını kullanıyor. Bu da Adem’in ve onun türünün yaratılış itibariyle bu iki vasfı taşıdığını gösterir. Bu vasıflar arasındaki farkın ne olduğunu da ilgili diğer ayetlerden öğreniyoruz.
a) Beşer
Kur’an, insan türüyle ilgili fizyolojik yapısı bağlamında bir şey söyleyeceği zaman “beşer” kavramını kullanmaktadır. Örneğin Yusuf’un (a.s) güzelliği karşısında ellerini kesen kadınlar onun bir “beşer” olamayacağını söylüyorlardı. (12/31) İnsanüstü bir varlık olduğuna gönderme yapıyorlardı da diyebiliriz.
Allah’ın elçileri de gönderildikleri toplumlarda “yeme-içme” gibi fizyolojik bazı özelliklerinden dolayı dışlanmışlardır. Zira toplumlar kendileri gibi etten kemikten bir beşer değil, bir melek talep ediyorlardı. İlgili bazı ayetler (23/33-34), (17/95-96).
Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Rabbimiz bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır (21/34).
b) İnsan
“İnsan” kavramının geçtiği ayetlerde insan türünün sosyal bir varlık olması özelliğinden bahsedilmektedir. Mesela, Rabbimiz insana öğrettiği şeylerden bahsederken bu kavramı kullanmaktadır (96/5), (55/3-4).
İnsanın özgür iradesiyle ortaya koyduğu davranışlarla ilgili de bu kavram kullanılır (103/2-3), (96/6-7).
Ayetlerde “sorumluluk ve imtihan” söz konusu olduğunda yine “insan” kavramı devreye girmektedir (33/72), (76/2).
İnsanın ahiretteki durumuyla ilgili ayetlerde de bu kavram kullanılır (79/34-35), (75/10), (89/23).
Sonuç olarak, ayetlerde “beşer” kavramı, insanın etten kemikten bir varlık olması bağlamında kullanılırken; “insan” kavramı irade ve sorumluluk sahibi sosyal bir varlık olması bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Fakat başta ifade ettiğimiz gibi beşer de insan da farklı iki varlığın değil; aynı varlığın iki ayrı vasfıdır / özelliğidir.
İkisini de yalanladılar ve helâk edilenlerden oldular.
Kuşkusuz, Musa’ya kitabı verdik. Belki doğru yolu bulurlar, diye.
MERYEM’İN oğlu (İsa’yı) ve annesini de bir ayet / mucize / işâret / gösterge / delilden kıldık. İkisini oturmaya uygun temiz ve sulu bir tepeye yerleştirdik!