Zümer 57

Veya şöyle demesinden: “Eğer Allah bana hidayet etseydi,[1] elbette, ben de korunup sakınanlardan olurdum.”

______________________
[1] Hidâyet kelimesi aşağıda çok detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Ancak biz şu iki ayırdımı yapmak zorundayız. a) Özel hidayet, b) Genel hidayet. Özel hidayet, kişinin hiçbir gayret göstermesine gerek kalmayandır. Çünkü bu özel hidayet direkt Nebi ve Rasûllerle ilgilidir. Allah NEBİ ve RASÛL olarak seçtiklerine HİDAYET eder, onları doğru yola iletir, onları bizatihi Allah seçer. Bu anlamda Allah:

~ ŞÜPHESİZ hidâyeti (Nübüvveti / Risâleti dilediğimiz kişiyi Nebi / Rasûl seçerek özel hidâyeti) vermek / (genel hidâyeti / doğru yolu dileyen / isteyen / tercih eden / bu uğurda mücadele veren kullarımıza da hidâyet etmek / önlerini açıp yol göstermek) Bize aittir / Bizim üzerimizedir. (Leyl 12)

~ VE (GERÇEK ŞUDUR): Rabbin dilediğini yaratır ve (insanlara nebi ve elçi olarak) dilediğini seçer. Seçim (nebi ve elçileri belirleme hakkı) onlara ait değildir. Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir / yücedir! (Kasas 68)

Bir başka ayette ise yine:

~ Onlara bir ayet geldiği zaman, dediler ki: “Kesinlikle inanmayacağız; Allah’ın elçilerine verilen şeyin benzeri, bize de verilmedikçe!” Allah risâletini / elçiliğini kime vereceğini daha iyi bilir! Allah katında, suç işleyen kişilere bir alçalma ve hile yapmış olmaları yüzünden, şiddetli bir azap isabet edecektir. (Enam 124)

Bireysel, yani Nebi ve Rasûl olarak Allah tarafından seçilmeyen diğer kullarının hidayetini de kendilerinin talebine / isteğine / tercihine / hidayet yoluna girme anlamında kişinin kendi çalışmasına bırakmıştır. İnsan bu anlamda doğru yolu / hidayeti dilemedikçe, bu uğurda bir çaba göstermedikçe Allah ta o kişiye hidayet etmez.

Dolayısıyla bu ayette (Zümer 57) kişinin o gün yapacağı iddia boş bir iddiadan ibarettir. Çünkü Allah hemen iki ayet sonra onların iddialarının boş bir çaba olduğuna vurgu yapar:

~ Kesinlikle öyle değil (bu sözlerin boş bir temenniden ibaret!) Ayetlerim / delillerim sana geldi de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden / gerçeğin üstünü örtenlerden oldun. (Zümer 59)

Şimdi hidayet ile ilgili detay bilgi paylaşımına gelelim;

Hidâyet (hüdâ, hedy) “doğru yola girmek, doğru yolu göstermek” mânasında masdar, “doğru yol, kılavuzluk” anlamında isim olarak kullanılır ve “amaca ulaştıracak yolu gösterme, bu yol için kılavuzluk etme” diye de tanımlanabilir (, “hdy” md.; Ebü’l-Bekā, s. 952-953).

Kur’ân-ı Kerîm’de hidâyet kelimesi yer almamakla birlikte hüdâ seksen beş yerde geçmektedir. Bu kavram Kur’an’da, çeşitli fiil sîgalarının yanı sıra hâdî, hüdâ, mühtedî isimleriyle birlikte 300’den fazla yerde tekrarlanmakta ve büyük çoğunlukla Allah’a izâfe edilmektedir. Bunun yanında mutlak mânada ilâhî vahye, başta Kur’an olmak üzere ismen semâvî kitaplara, meleklere, yine genel anlamda peygamberlere ve ismen Hz. Muhammed’den başka Hz. İbrâhim’e, Dâvûd’a, Mûsâ’ya ve peygamberlerin ümmetlerine de nisbet edilmektedir. Bazı âyetlerde herhangi bir merci gösterilmeden zikredilen hidâyetin ise Allah’a izâfe edildiği anlaşılmaktadır (bk. , “hdy” md.). Hidâyet bir âyette Kâbe’ye nisbet edilmekte (Âl-i İmrân 3/96), bazı âyetlerde de ilâhî tâlimata uymadıkları için helâk edilmiş eski milletlerin oluşturduğu sosyolojik realiteye izâfe edilmekte ve bundan ibret alınmasının gereği vurgulanmaktadır (el-A‘râf 7/100; Tâhâ 20/128; es-Secde 32/26). “Hidâyete erme, hak ve doğru olanı benimseme” mânasına gelen ihtidâ kelimesi Kur’an’da altmış yerde geçmektedir (bk. İHTİDÂ). Bu âyetlerin muhtevasından anlaşılacağı üzere hidâyetin benimsenmesine vesile olan âmillerin başında kişinin iradesi ve kararlılığı gelmektedir. Bunlardan başka ilâhî hidâyet, vahye ve peygambere bağlılık da gerçeği görüp benimseme vesileleri arasında zikredilmiştir. Söz konusu âyetler, hidâyetin zıddı olan dalâlete düşmenin sebeplerine de işaret etmekte ve bunlar arasında ilâhî Iutuftan mahrum kalma, şahsî tutum, ataların dinine ve geleneklere körü körüne bağlılık, gaflet, nifak, şeytanın tahrikleri ve Allah’a kavuşma günü olan âhireti düşünmeme faktörlerine dikkat çekilmektedir (bk. , “hdy” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de hidâyet mânasında olmak üzere rüşd ve reşâd, felâh, necat, iman, sırat ve sebil kelimeleri de kullanılmaktadır (bk. a.g.e., ilgili md.ler).

Kur’an lugatıyla meşgul olan âlimler, Kur’ân-ı Kerîm’de seksen beş yerde geçen hüdâ kelimesinin hangi mânalara gelebileceği üzerinde durmuşlardır. İbn Kuteybe, kelimenin temel anlamının “yol gösterme, kılavuzluk etme” olduğunu belirttikten sonra bu yol göstericiliğe (irşad) peygamberlerin davetini, Allah’ın canlılara verdiği hayatı sürdürme yeteneğini ve yine Allah’ın dilediğine lutfettiği başarıyı örnek olarak zikretmiş (Teʾvîlü müşkili’l-Ḳurʾân, s. 443-444), İbnü’l-Cevzî ise hüdânın mânalarını yirmi dörde kadar çıkarmıştır (Nüzhetü’l-aʿyün, s. 626-630). Râgıb el-İsfahânî hidâyeti “lutufla kılavuzluk etme”, yani ilk bakışta farkedilmeyen yollarla bütün yaratıklara ve özellikle ilâhî emirlere muhatap olan insana yol gösterme şeklinde tanımlamış ve Kur’an’da yer alan bütün hidâyet kavramlarını içinde bulundukları âyetlerin genel kompozisyonu çerçevesinde gruplandırmıştır. Buna göre Allah’ın insanlara olan hidâyeti dört merhaleden oluşur: 1. Her mükellefe lutfettiği akıl ve idrak yetenekleriyle hayatını sürdürmeyi sağlayan zaruri bilgiler. 2. Vahiy ve peygamberler yoluyla yaptığı davet. 3. Hidâyeti benimseyenlere lutfettiği tevfîk. 4. Hak kazananları âhirette cennetle mükâfatlandırma. Bu hidâyet türleri buradaki tertibe göre birbirine bağlı olup bir sonraki hidâyetin gerçekleşmesi için bir öncekinin meydana gelmesi şarttır. Bunun yanında, birinci merhaledeki hidâyet gerçekleştiği halde ikincisi ve ona bağlı olarak diğerleri gerçekleşmeyebilir. İnsana nisbet edilen hidâyet, sadece ikinci merhalede yer alan “çağrıda bulunmak ve tanıtmak”tan ibaret olup hiç kimsenin diğer hidâyet türlerini meydana getirmeye gücü yetmez. Bu dörtlü sistemde ikinci merhalede zikredilen hidâyeti benimsemeyen kimseye Allah’ın müteakip hidâyetleri vermediğini söyleyen İsfahânî’ye göre Kur’ân-ı Kerîm’de zâlimlerden ve kâfirlerden menedildiği belirtilen hidâyetlerden maksat tevfîk-i ilâhîden ibaret bulunan üçüncü merhaledeki hidâyettir. Yine Hz. Peygamber’den ve insanlardan nefyedilip güç yetiremeyecekleri haber verilen hidâyetler de ikinci merhalede zikredilen çağrıda bulunma ve yol gösterme dışında kalan hidâyetlerdir. İsfahânî, bu gruplandırma ve kurallaştırma işlemlerinin örneklerini Kur’an’da göstermiştir (el-Müfredât, “hdy” md.; a.mlf., Tafṣîlü’n-neşʾeteyn, s. 124). Elmalılı Muhammed Hamdi ile Muhammed Reşîd Rızâ da Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan hidâyet kavramının mânalarını benzer bir şekilde tasnife tâbi tutmuşlardır (Hak Dini, I, 120; Tefsîrü’l-Menâr, I, 62-63).


Bağlantılı Ayetler: 6/124 6/125 6/178 32/2439/22 39/57 28/68 74/31



« | Zümer 57 | »


Ayetin Kelime Karşılıkları

#KelimeAnlamKök
1evyahutأَوْ
2tekuledemesindenتَقُولَ
3levşayetلَوْ
4enneelbetteأَنَّ
5llaheAllahاللَّهَ
6hedanibana hidayet etseydiهَدَانِي
7lekuntuben olurdumلَكُنْتُ
8mine-denمِنَ
9l-muttekinemuttakiler-الْمُتَّقِينَ