EY İMAN EDENLER! Sözleşmelerinizin gereklerini yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı serbest saymadan, (aşağıda) okunacak olanlardan başka hayvanlar, size serbest kılındı. Şüphesiz Allah dilediği hükmü verir.
Maide Suresi
İniş Sırası: 112 • Mushaf Sırası: 5 • Medeni Sure • 120 Ayet
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla.
Maide 2
EY İMAN EDENLER! Allah’ın işâretlerine[1] (ibadet yerlerine), savaşın haram olduğu aya, (beslenmeniz ve Kâbe’yi ziyarete gelenler için kesilecek) kurbana, (bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara[2] ve de Rab’lerinden bol nimet, hoşnutluk isteyerek Kâ’be’ye gelenlere, sakın saygısızlık etmeyin.[3] İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan (Kâbe’den) alıkoydular diye,[4] birtakım kimselere beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.[5]
______________________
[1] Şeâir; Allah’a kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli işaret ve semboller anlamına gelir. Burada her ne kadar hac menasiki denen ve hac ibadetinin yapıldığı yerler olan Ka’be, Safa ile Merve, Arafat, Mina ve Müzdelife kast edilmiş olsa da aslında bunlar, ezan, Kur’an, mescitler vs gibi İslam dininin tüm simgelerini ve kutsallarını da kapsar. Çünkü Safa ile Merve’nin ve kurbanlık hayvanların da şeâirullâhtan olduğu beyan edilmiştir (Bakara 2/158, Hac 22/36). Başka bir ayette ise Allah Teâlâ, şeâirullâha yani kendi koyduğu simgelere saygı gösterilmesinin, kalplerin takvasına bağlı olduğunu bildirmiştir (Hac 22/32).
[2] Harem bölgesinde kesilmek üzere götürülen hayvanlar “hedy” diye adlandırılır (Mâide 5/95, Fetih 48/25). Bu ayetteki (الْقَلآئِدَ = el-kalâid) ise gerdanlıklar anlamındadır. Hedy kelimesinden hemen sonra gelmesi sebebiyle, tanınıp saygı gösterilsin diye o kurbanlıkların boynuna takılan özel süsler demektir.
[3] “Saygısızlık etmeyin” şeklinde tercüme edilen ibare (لاَ تُحِلُّواْ= helal saymayın)’dır. Helal; mübah olan bir şey veya kişinin yapıp yapmamakta serbest olduğu eylemdir. Bu ayet, Safa ile Merve arasında say, hacıların kurban bayramında kesmek üzere getirdikleri kurbanlıklar (Hac 2/28) gibi Allah’a kulluğun sembollerinden olan şeylere saygısızlığı yasaklamaktadır (Bakara 2/158,196, Hac 22/32, 36). Haram aylar helal sayılamayacağı gibi herhangi bir zamanda ibadet için Mekke’ye gelenler de helal yani dokunulabilir sayılamaz.
[4] Fetih 48/25
[5] Ayetteki (شديد =şedîd), sıkı bağ kuran veya sıkıca bağlı demektir. Allah’ın ödülü veya cezası, kulun fiiline bağlıdır (En’âm 6/160).
Maide 3
ÖLMÜŞ HAYVAN, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk(Allah’a itaatten ayrılmak)tır. BUGÜN kâfirler, dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın Benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki, Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Maide 4
(EY MUHAMMED!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size temiz ve güzel olan şeyler, bir de Allah’ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah’ın adını anın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hesabı çabuk görendir.
Maide 5
Bugün size temiz ve güzel şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâl, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlarla ve daha önce kendilerine kitap verilen (Museviyim, İseviyim diyen Mümin) iffetli kadınlarla mehirlerini (evlilik hediyelerini) vermeniz kaydıyla evlenmek; zina etmemeleri ve gizli dost[*] tutmamaları şartıyla size helâldir. Her kim de inanılması gerekenleri inkâr ederse bütün işlediği boşa gider. Ahirette de o ziyana uğrayanlardandır.
______________________
[*] Bu konu çok önemli ve suistimâle açık olduğu için DİPNOTU biraz uzun tutmak durumunda kaldım, bilginize.
Müslümanım diyen insanlar olarak ister dört evlilik var deyin, ister yok deyin. İster dört evliliğe inanın, ister inanmayın/karşı olun hiç önemli değil?! Çünkü bugün ortada bir realite/gerçek var: İnananı da, inanmayanı da birden fazla kadını bir şekilde adeta bir odalık gibi kapatıyor. Bir ev tutuyor; kimi imam/dini nikah kıyıyor, kimi nikah olayı önemsemeden metres hayatı yaşıyor. Önemli olan bugünkü yasalarda bu duruma bir çözüm bulunması gerekiyor. Kimi imam/dini nikâhı suistimal ederek kadınların (evlilik ile edinilen miras) hukukunu elinden alıyor. Hele bir de çocuk ya da çocuklar dünyaya geliyorsa kadın hepten ortada kalıyor.
Allah Rasûlü Muhammed as. dünyada yaşıyorken sadece iki eş aldı hayatına. Biri daha 25 yaşında ve bekâr iken, dul olup 40 yaşında olan Hatice validemizdi. Diğeri, Hatice ra. vefat edince 20’li yaşlarda nikahına aldığı Aişe validemizdi (her ikisine de selâm olsun).
Zevc kelimesi cümlenin gelişine ve gidişine göre farklı anlamlar taşır. Sadece Hatice ve Ayşe’yi kasteden zevc kelimesi eş anlamında olup, bunun dışındaki kelimeler kadın veya erkek olsun; dost/arkadaş, gittiği yolda yoldaşlık eden, yardımcılar, hizmetli/hizmetleri gören görevli, kanatları/koruması altına alınanlar, devlet memuru, özel kalem müdürü, güvenlik görevlisi, temizlik görevlisi, haberleşme görevlisi, iletişim görevlisi ya da tercüman gibi anlamlar taşır. Bu görevliler vatandaş veya vatandaş olmayan insanlardan olduğu gibi, savaşlarda esir düşmüş insanlardan da seçilebilir.
Bu iki validemiz dışında; koruması/kanatları altına alıp nikâhladığı kadınların yetim çoluk çocuklarına sahip çıktı, geçimlerini ve eğitimlerini üstlendi ve o kadınlarla asla cinsi münasebette bulunmadı. Onların pek çoğu da yaşları çok ilerideydi. Kanatları altına aldığı her bir kadın, Nebi as.’a nikâh vesilesiyle en yakınlardan olduğu için, ellerinden ne iş geliyorsa Nebi’ye yardımcı oluyordu. Ki bu kadınlar arasında çok maharetli olanlar da vardı; bazıları eğitimli, bazıları birden fazla dil biliyordu ve bugün olduğu gibi bir Devlet Başkanı, diğer Ülke Devlet Başkanları ile görüşmeye gittiğinde nasıl ki bir Tercüman yanında götürüyor, Nebi as. ‘da nikâhlı olan kadınlardan birini yanına alıyordu, diye değerlendirin. Dolayısıyla pek çok nikâhlı/koruması altında olan kadınlar Devletin çeşitli kademelerinde yer almışlardı. Bir de böyle bakıp değerlendirin çok evlilik/eşlilik olayını?! Bu çok eşlilik meselesi sulh zamanında ortaya çıkmış bir zorunluluk değildi, biliyorsunuz. Savaş ortamlarında erkeklerin kaybı ile ortada kalan kadınlardı!
O dönemde geçmişten yani cahiliye döneminden kalma cariyelik ve kölelik te Kur’an/İslâm ile ortadan kaldırılmıştır. Savaş esirlerinden olan erkeklere KÖLE, kadınlara ise CARİYE deniliyordu. Esir kadınlara ve erkekler her türlü cinsel pislik uygulanıyordu, kişi onların sahibiyim diye onları insandan bile saymıyordu?! İşte İslâm onların özgürleşmesini sağlayarak onların hak ve hukuklarını tanıdı. O günün Müslümanları; hür kadınlarla evlenemeyenler daha daha doğrusu, savaşlarda esir alınan düşman kadınlardan İslâm’ı kabul edenlerle evlendirilerek onlara özgürlük tanıdı. Müslüman olmayan esir kadınlar da bu şekilde evlilikleri kabul ederek onlar da özgür kalıyorlardı. Olaya bir de bu yönden bakmakta fayda var.
Böyle bir giriş yaparak asıl söylemek istediğim konuya gelmek istiyorum. Allah’ın ‘gizli dost tutmama hükmü’ hem Müslüman kadın ve hem Müslüman erkek için geçerlidir. Kadınların, özellikle Mümin kadınların gizli dost tutmaları (en başta nesil emniyeti için gizlice buluşup birlikte yaşaması) söz konusu bile olamaz, apaçık zina hükmüne girer. Bugünkü yasalarda erkekler için bir boşluk var, özellikle erkekler gizli dost tutarak ve kendilerine ayrı bir ev açarak dilediği gibi yaşamaktadırlar.
İMAM NİKÂHI DİYE BİR ŞEY YOKTUR?!
İslâm Devletinde evlilikler İslam Devletinde bugünkü gibi Kurumsallaştırılmış Nikâh Daireleri, Evlendirme Memurluğu gibi kurumlar vardı. Bugünkü Medeni diye bilinen kanunlar İslâm Medeniyetinden esinlenmişlerdir. İslâm’ın dışında olan memleketlerde yaşayan Müslümanların nikâhlanmaları için uydurulmuş bir şeydir İmam/Hoca Nikâhı?! Bugün geçerli olan tek Nikâh; Resmi Nikâhtır, çünkü kadınları güvence altına alan ancak bu Nikâhtır?!
Onun için bugün yasadışı evlilikler/birliktelikler, Müslümanım diyen erkekler de işin kolayını imam nikâhı kıyarak bulmuşlardı?! Diyanet/Devlet bu olaya yasak getirdi. Ancak dini bilgisi olan birini bulup yine nikâh kıydırılıyor?! İster dindar, ister dindar olmayan erkeklerin bu durumlarına aşağıda bir çözüm önerisi sunuyorum Devlete?!
Yeni Anayasa hazırlıkları var biliyorsunuz. Kanun hükmünde bir kararname olarak ilgili mercie dosya halinde sundum, inşaallah kaale/dikkate alırlar?!
Bu konuda da kadınların güvence altına alınması zorunludur.
Nikâh kimdeyse o kadın mirastan yararlanıyor. İkinci, üçüncü, dördüncü vs. evlilik yapanlar Noter’den sözleşme yaparak kadınların bu Miras hakları güvence altına alınmalı. İllâ birden fazla evliliğe ihtiyaç duyanlar bugün asla serbest/bu anlamda özgür bırakılmamalı.
Durumu iyi olanlar, savaşlarda çocuklarıyla ortada kalmış, gerek kendi ülkesinde gerekse dünya ülkelerinde bir şekilde dul kalmış, ihtiyaç sahibi, eşinden ayrılmış, dul ve çocuklu kadınların geçimlerini üstlenmek üzere Noter’den nikâh kıyılabilmeli, yani; kadının hakları Noter’de şahitler huzurunda kayıt altına alınmalı, diye düşünüyorum.
Yani ilk eşi, kocasının böyle bir evlilik yaptığını bildiğinde muhtemelen bu duruma (böyle bir birlikteliğe) razı olabilir. Hani bugün bazı insanlar birden fazla çocuğa burs veriyor, okutuyor, bakımlarını, geçimlerini üstleniyor ya?! Bunun gibi; birden fazla çocuklu kadının ya da kadınların: Geçimlerini, o kadının çocuklarının eğitim de dahil birtakım ihtiyaçları karşılamak üzere kıyılan nikah ve yapılan evlilikler İLKK EŞİN bence destekleyeceği bir konu olabilir. Maalesef bugün ikinci, üçüncü kadın ile evlilik böylesine ulvi bir konu ile ilgili değil; cinsi münasebet konusu ağır basmakta. O kişiye (kadına) olan ilgisi zamanla zayıfladığında/bittiğinde hemen bir başkası aranmaktadır. Bu durumda kadınlar maalesef ortada kalmaktadır, zulme uğramaktadır.
Maide 6
EY İMAN EDENLER! Namaza kalkacağınız zaman (üzerinizdeki sekâratı / sarhoşluğu / uyuşukluğu / zihin kapalılığını üzerinizden atıp kendinize gelmek için) yüzünüzü, ellerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın. (Islak) ellerinizle başlarınıza meshedin ve her iki bileklere kadar ayaklarınızı da mesh edin / (veya) yıkayın. Eğer eşlerinize vararak cinsi münasebette bulunmuşsanız iyice / tamamen yıkanarak temizlenin (ki tamamen yıkanmak boy abdesti almak demektir). Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veyahutta biriniz abdest bozmaktan / ayak yolundan / tuvaletten gelir veyahutta eşlerinizle cima eder / birleşip te yeteri miktarda su bulamazsanız o zaman; (bir avuç kadar -bir küçük pet şişe suyla- bile olsa) size öğrettiğimiz / söylediğimiz organları (aynı başınıza sürer / başınızı mesheder gibi) az miktarda suyla da olsa meshedin / sıvazlayın / (hiç bir şekilde bulunduğunuz ortamda su bulamazsanız) toprağı ya da topraktan mamûl herhangi bir şeye dokunarak organlarınızı sıvazlayın / meshedin / teyemmüm edin![*] Onunla / o az miktar (bir avuç kadar ya da bugün küçük bir pet şişede bulunan) suyla (da olsa) yüzlerinize ve ellerinize sürün / meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemiyor. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki, şükredesiniz.
_____________________
[*] Bu ve benzerliği / bağlantısı olan Nisa 43‘ncü hem Dipnot ile daha geniş açıklamaya ve hem de PARANTEZLERLE açmaya ihtiyaç duyduğumuz ayetlerden olduğu için biraz da burada üzerinde durmamız gerekiyor.
Ayeti okuduğumuzda öncelikle ilk aklımıza gelen ABDEST meselesidir daha sonra da “su bulamadığınızda” diye anlamlandırılan ve TOPRAĞA TEYEMMÜM diye verilen manâdır. Toprağa her iki elimizi sürerek ilgili yerleri sıvazlamak / ilgili yerlere sürmek / ilgili yerleri meshetmek olarak tanımlanır teyemmüm. Ancak bize göre orada tamamen susuzluğa işaret yoktur; istediğiniz miktarda, yeteri miktarda su bulamadığınızda diye çevirmek daha uygundur. Ancak az miktarda bir avuç kadar da su olsa teyemmüm yapılır.
Aslında teyemmümün asıl anlamı bu ayette verilen az miktarda suyla ilgili organları meshetmek / sıvazlamaktır. Tabi bugün insanların aklına: SU OLMAYAN BİR YER OLUR MU?! gibi böyle bir soru gelebilir.
Evet arkadaşlar, su bulamadığımız yerler de olabilir?!
Ben başıma gelen bir olaya değineyim: 70’li yılların sonunda ve 80 ihtilâlinden sonra o dönem işte 20’li yaşlardayız ve Kur’an Tebliği yapıyoruz yaşadığımız şehirde ve o zaman 68 vilâyet olan Ülkemizin çeşitli vilâyetlerine hafta sonları (işimizden arta kalan zamanlarda) TEBLİĞE (halkı Kur’an ile uyarmaya) çıkıyordum. Tabi bu tebliğimizden rahatsız olan insanlar güvenlik güçlerini arayarak bizi kapıp götürmelerine vesile oluyorlardı. O dönem İKTİDAR malûm Kenan Paşa. Ondan önceki dönemi anlatmama hiç gerek bile yok, biz emsâl insanlar bilir: 80 öncesi (halk diliyle) ANARŞİK bir ortamda. Hergün onlarca kişi Sağcısı, Solcusu ve İslâmcısı katlediliyordu?! Deniz olmayan Vilâyetlerde otobüslerde, dolmuşlarda; Deniz olan vilâyetlerimizde de otobüs ve dolmuşlarda olmakla birlikte Vapurlarda da TEBLİĞ ediyorduk.
Bir gün Otobüsteyim ve yanımda oturan kişiyle hoş sohbet edip tanıştıktan sonra (genelde girişi böyle yapardım, önce bir BAĞ kurardım kişiyle sonra konuyu illa: YARATILIŞ GAYEMİZE, ÖLÜP HESAP VERECEĞİMİZE getirip mesaj verirdim kısa yolculuğumuzda ve ANLADIĞI DİLDE BİR KUR’AN MEALİ alıp okumalarını önererek ayrılırdım (eğer yanımda benim okuduğum Meal dışında fazladan bir iki Meal bulundururdum Süleyman ATEŞ Hocamızın illa onu hediye ederek, yoksa KENDİ OKUDĞUM MEALİ hediye ederek o kişiyle vedâlaşırdım, o zamanlar bizim Mealimiz yoktu tabi; Biz 2006’da ilk Baskısını yaptık).
Otobüste TEBLİĞ yapıyorken yine yanımda bulunan bir kişiye ama ben Tebliğe başlar başlamaz yakınımızda oturan veya ayakta duran onlarca kişi BANA KULAK VERİRDİ ve ben bunu görür SESİMİ biraz daha yükseltirdim ki, onları da içine alan KUŞATICI bir sunum yapardım. Her zaman bu sistem çalışmıştı yani işe yaramıştı. O kitabın adını biz de alabilir miyiz, diyerek talepte bulunmuşlardır.
Yine günlerden bir gün işte tebliğ sırasında onların içinde biri dedi ki: Kardeşim, utanmıyor musun böyle yüksek sesle Ayet okumaya diye çıkıştı. Ben de neden utanayım dedim. O: Belki buradaki insanların içinden CÜNÜP olanlar vardır, her sen ve hem de bu insanları günaha sokuyorsun, diye yüksek sesle çıkıştı. Ben de: İYİ YA, İŞTE ALLAH’IN KİTABI KUR’AN GELDİ Kİ, İNSANLAR CÜNÜPLERSE ARINIP TEMİZLENSİNLER BİLGİSİNİ VERİYOR, gidip temizlenirler öyle değil mi?! dedimse de o vatandaş bir türlü susmadı. Ancak pek çok kişinin yüz hatlarına baktığımda benim söylemimden de çok mutluydular. Bu vatandaş Kaptana / Otobüs şoförüne seslenerek: KAPTAN EN YAKIN KARAKOLA ÇEK, TÜM KAPILARI KAPAT KİMSE İNMESİN dedi. Meğer beyfendi Polismiş?! O dönem 70’li ve 80’li yıllar çok sıkıntılı dönemlerdi.
Allah’a, Kitaba, Peygamberimize düşmanlık yapan memurlar çoğunluktaydı maalesef.
Tabi bu benzeri olaylarla her an karşı karşıya kalıyordum. Tebliğ çalışmasını da bu vb. olaylar bırakın terketmeyi daha bir sıkı sıkıya sarılmama vesile oluyordu. Şükürler olsun o gün bugündür çalışmalarımızı hiç bırakmadık ve artık bugün: TEBLİĞ FAALİYETİNİ GERÇEK SAHİBİNE BIRAKTIK, KUR’AN’A VE KUR’AN MEALİMİZE… Çünkü Kur’an’dan daha güzel TEBLİĞ yapanı görmedim…
Bugün Yüce Rabbime sonsuz şükürler olsun ki: YÜZBİNLER SAYFAMIZI İNCELİYOR VE KUR’AN MEALİ SİTEMİZİ TAKİP EDİYOR VE HATTA CEP TELEFON UYGULAMALARINI HEM ANDROİD VE HEM DE İPHONE’LARINA İNDİRİYOR!
Bu olayı anlatmadan geçemedim… Peki ne diye anlattım: Pek çok kereler Karakola götürülüp oradan da o Vilayetin Emniyet Müdürlüğüne SORGULANMAK üzere gönderiliyorduk. İşte gerek Karakolda ve gerekse Emniyette HÜCREYE tıkıyorlardı. Namaz vakti geldiğinde: Abdest alabilir miyim, dediğimde inançsız biri varsa orada Nöbetçi asla izin vermiyordu. Ben de DUVARA dokunarak / duvardaki toprağı meshedeke iki elimle ABDEST alıp Namaza duruyordum, işte bunu anlatmak için dile getirdim. SU BULAMADIĞIMIZ BUNUN GİBİ PEK ÇOK DURUM OLMUŞTUR!
ŞİMDİ GELELİM ABDEST İLE İLGİLİ BİRAZ DAHA DETAY BİLGİ VERMEYE
İslâm’da temizliğin sembolü olan abdest, organizmayı olumsuz ve zararlı etkenlerden koruyan savunma silahıdır.
Nisa Suresi 43. ayetinde “sarhoş iken” denilirken kastedilen şey “aklınız başında değilken, derinlemesine düşünmüyorken, aklınızda başka şeyler varken” gibi anlamlara gelmekte ve salâta yaklaşma niyetinde olanların bu durumdan kendilerini arındırmaları, temizlemeleri istenmektedir. İşte tam da burada ABDEST (negatif düşünce ve enerjiden kurtulmak için) zorunlu hâle geliyor. Nasıl ki, gece uyuduktan sonra sabah kalktığımızda kendimize gelmemiz için ELİMİZİ-YÜZÜMÜZÜ yıkamamızla kendimizi toparlarız, aynen onun gibi. Gün içerisinde her birimizin bir sürü uğraşısı / meşgâlesi var, o stresli durumdan kurtulmak için bir abdest alma ile işi gücü bırakıp, negatif / olumsuz duygu ve düşüncelerden kurtularak Salâta / Namaza kalktığımızda / durduğumuzda ODAĞIMIZI toparlamamıza vesile / yardımcı olur ya, işte öyle…
Burada şu tespiti yapıp öyle abdest ile ilgili izahıma geçmek istiyorum: Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın, emrini hepimiz hatırlarız. Evet bu söz ile beyan edileceği gibi aynı zamanda abdest silâhını da kuşanarak: İster elimize Kur’an ya da Bir Kur’an Meali alıp okumaya başlamadan önce de Abdest alarak okumaya başlarsak: Negatif / olumsuz enerjiden (düşünce ve duygulardan) arınarak kendimize KUR’AN’A VERMEMİZ (Kur’an’a Odakklanmamız) çok daha harika olacaktır, bunu yaşayanlar bilir. Bununla birlikte arkadaşlar: SALÂTI İKÂME EDERKEN / NAMAZ İBADETİMİZİ YERİNE GETİRİRKEN biliyorsunuz ki KUR’AN AYETLERİNİ OKURUZ, onun için Abdest; o serin suyla Allah’ın emri üzere belirtien yerleri yıkamamız uyanmamızı, kan dolaşımının hızlanmasını sağlar ve odağımızı arttırır, bu bilimsel olarak tespit edilmiştir. Bunun şunun için söyledim; Namaz kılarken, kıldığımız esnâda da Kur’an okuduğumuz için ya da isterseniz elinize Kur’an’ı ya da Kur’an Mealinizi alıp okumak istediğinizde UY EYLEMİ yapmanın faydasını uyguladığınızda görürsünüz, demek istiyorum.
Şunu da ekleyip abdest meselesine döneyim; Muhammed as. döneminde Salât denilince aynı zamanda KUR’AN TEDRİSATI akla geliyordu?! Yani bugünkü ritüel olarak yaptığımız Namaz, o gün bugünkü gibi yerine getirilmiyordu: ADETA NAMAZDA EĞİTİM / DERS YAPILIYORDU, Rasûlullah Namazda Ümmetinin eğitimini sürdürüyordu… Ne yazık ki, bugün sadece BİR RİTÜEL, ŞEKİL olarak algılanmış birkaç dakikada yatıp kalkıp tamamlanan bir ibadet olarak algılanmış (bu muhteşem EĞİTİM – ÖĞRETİM SİSTEMİNİ böye basitleştiren münafıklara yazıklar olsun). Salât / Namaz Sistemi aslında bir TEMEL EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİDİR, bugünkü İlköğretim, Ortaöğrenim ve Lise gibi; yani nasıl ki her aile çocuklarını bu TEMEL EĞİTİME yollamak zorunda, yollmamayanlar için yasal olarak takip edilip cezalandırılıyorlar, onun gibi?! Üniversite Eğitimi bir zorunluluk değil, dileyenler gidebiliyor biliyorsunuz…
Gelelim abdest konusunun açılımına: Temizlik temeline dayanan İslâmiyet’in, müminleri her zaman maddî-manevî beden, elbise ve mekânlarını temizliğin en hassas metoduyla örnek olmayı, iman prensibi sayarak özendirmiştir. Abdest nimeti, aynı zamanda sağlıklı, hijyenik yaşamın çok pratik ve huzur veren bir prensibidir. Batı medeniyetinin son 150 yılda uygulamaya başladığı yıkanarak temizlenmeyi, Kur’an esaslarına dayanan İslâm’ın su medeniyeti 15 asıdan beri abdest, gusül ve teyemmümle disiplin altına almıştır. Abdestin insan sağlığına olan faydalarını ve hijyen kurallarına uygun yaşam kaidelerindeki tıbbî hikmetlerin derinliğini anlamaya gayret edeceğiz.
Abdest, insan vücudunu maddî yönden arındırdığı gibi, abdest suyu günah kirlerinden temizleyerek, manevî ve psikolojik bir rahatlama sağlar; sağladığı huzur ve güvenden dolayı da, abdest müminin silahı olarak bilinmektedir. Vücudun savunma direncini arttıran abdestin, kalp-damar ve dolaşım sistemine sağladığı faydalar dikkatle incelendiğinde: “Damarların sağlıklı çalışması durumuyla ilgili olarak, damarlar kalpten uzaklaştıkça küçük dallara ayrılan elastiki borulara benzer. Özellikle incelmiş borular sertleşir, esnekliğini yitirirse, kalbe karşı bir zorlama olur. Hayatın çeşitli yönleri, bu damarların sertleşip daralmasına neden olur. İhtiyarlığa, yıpranmaya temel sayılan bu durumdan, acaba ince bir damarda böyle bir olayı izleyerek onun yıpranmasını pratik bir yoldan geciktirebilir miyiz? Günlük hayatımızda bir uygulama vardır ki, damarları genişletip büzerek, ona bir anlamda jimnastik yaptırır ve esnek kalmasını sağlar. Bu olay ısı farkı olan, sudur. Su sıcaksa damarı genişleterek, soğuksa daraltarak, özellikle kalpten uzak damarların esnekliğini, zindeliğini sağlar. Su, bu arada yine ısı farkı nedeniyle dokularda yavaşlamış dolaşımdan ortaya çıkan besin birikimlerini de, genel dolaşıma katmış olur. Küçük yaştan beri abdest alan insanın, hem damar sertliğine hem de bu olayın BEYİN DOLAŞIMINA yansıması demek olan BUNAMA’ya karşı ne denli koruduğunu görmezlikten gelmek mümkün mü?” (1)
(1) Dr. Halûk NURBAKİ, Kur’an-ı Kerim’den Ayetler ve İlmî Gerçekler, s.79, TDV Yayınları 1989.
Vücut bağışıklık sisteminin (OTOİMMUN SİSTEM) organize edildiği lenf (beyaz kan) dolaşımına abdestin sağladığı destek, İlâhî tarif sonucu gerçekleşmektedir. “Lenf dolaşımı, vücudun her noktasını eksiksiz bir koruma nizamı içinde tutar. Bu ince damarların sağlıklı görev yapması da, yine abdest almanın genel dolaşımda olduğu gibi, jimnastik etkisi ile yakından ilgilidir. Bizim tüm hastalıklarla mücadelemizi sağlayan bu ilâhî nimetin, koruma sisteminde abdest alma ile, düzeni güçlenmektedir. Abdest alma şekli özellikle, LENF SİSTEMİNİ de amaçlamaktadır. Lenf sisteminin düzenli çalışması için, vücudun bir tek noktasının dahi ihmal edilmemesi gerekir ki, bu abdest almada kesinlik kazanmıştır.
Lenf sisteminin uyarılmasında en önemli merkez, burun arkası (NAZOFARİNX) ve bademciklerdir ki, abdest almada bu iki noktanın yıkanması özellikle şart koşulmuştur. Boyun yanlarının uyarılması, lenf sistemine çok etkilidir. Bu da abdest almada mevcuttur. Kimse çıkıp, abdest alma lenf sistemine yönelmiş değildir diyemez.
Maide 7
ALLAH’ın üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik, itaat ettik” dediğinizde O’na verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (niyetleri/düşünceleri) hakkıyla bilendir.
Maide 8
EY İMAN EDENLER! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğun yaptığı kötülük sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adil olun! Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Maide 9
Allah iman edip salih ameli / insana ve hayata katkı sağlayacak faydalı her işi en iyi şekilde yapanlar hakkında; “Onlar için bir bağışlama ve büyük bir ödül vardır” diye vaatte bulunmuştur.
Maide 10
İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar var ya, işte onlar cehennemliklerdir.
Maide 11
Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk, size el uzatmaya (hakkınıza tecavüze) kalkışmıştı da Allah (buna engel olmuş) onların ellerini sizden çekmişti. Allah’a karşı gelmekten sakının. Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.
Maide 12
ANDOLSUN Allah, İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekatı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere / işsizlere iş sahası açarak) Allah’a, güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.”
Maide 13
İŞTE, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki, onları lânetledik (azarladık, rahmetin dışına çıkardık), kalplerini de huzursuz/stresli/bunalımlı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlardı. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç onların, birçoğunun hainliğini (sözleşmelere uymadığını) görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme! Çünkü Allah iyilik yapanları sever.
Maide 14
“BİZ HRİSTİYANIZ” diyenlerden de sağlam söz almıştık. Ama onlar da akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını unuttular. Bu sebeple birbirleri ile aralarında, kıyamet günü son bulacak bir düşmanlık ve kin oluştu. Allah ne yapmakta olduklarını onlara bildirecek!
Maide 15
EY KİTAP EHLİ (Museviyim, İseviyim diyenler!) Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere gösteriyor, Tevrat’tan ve İncil’den gizlediğiniz bazı şeyleri de affediyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir.
Maide 16
Allah; onunla (o Kur’an ile), rızası peşinde olanları sonsuz kurtuluşa ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, kendilerini dosdoğru bir yola iletir.
Maide 17
Andolsun; “Allah Meryemoğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular. De ki: “Şâyet Allah Meryemoğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan herşeyin hükümranlığı, Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah herşeye hakkıyla gücü yetendir.”
Maide 18
(Bir de) Yahudi mezhebi mensupları ve Hristiyan mezhebi mensupları; “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Kesinlikle siz de onun yarattıklarından bir beşersiniz.”[1] (Allah) dilediğini (hak edeni, suçsuz kimseleri) bağışlar, dilediğine (hak eden suçlu kimselere de) azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümrânlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nun katınadır.
______________________
[1] Kur’an’da yer alan “Beşer” ve “İnsan” kavramları her ne kadar eş anlamlı gibi görünseler de ilgili ayetler incelendiğinde farklı bağlamlarda kullanıldıkları göze çarpar. Kavramlar arasındaki ortak nokta ise ikisinin de aynı varlığı ifade etmeleridir.
Rabbimiz, “kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan” yarattığını ifade ettiği Adem için birbirini takip eden ayetlerde hem “insan” hem de “beşer” kavramlarını kullanıyor. Bu da Adem’in ve onun türünün yaratılış itibariyle bu iki vasfı taşıdığını gösterir. Bu vasıflar arasındaki farkın ne olduğunu da ilgili diğer ayetlerden öğreniyoruz.
a) Beşer
Kur’an, insan türüyle ilgili fizyolojik yapısı bağlamında bir şey söyleyeceği zaman “beşer” kavramını kullanmaktadır. Örneğin Yusuf’un (a.s) güzelliği karşısında ellerini kesen kadınlar onun bir “beşer” olamayacağını söylüyorlardı. (12/31) İnsanüstü bir varlık olduğuna gönderme yapıyorlardı da diyebiliriz.
Allah’ın elçileri de gönderildikleri toplumlarda “yeme-içme” gibi fizyolojik bazı özelliklerinden dolayı dışlanmışlardır. Zira toplumlar kendileri gibi etten kemikten bir beşer değil, bir melek talep ediyorlardı. İlgili bazı ayetler (23/33-34), (17/95-96).
Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Rabbimiz bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır (21/34).
b) İnsan
“İnsan” kavramının geçtiği ayetlerde insan türünün sosyal bir varlık olması özelliğinden bahsedilmektedir. Mesela, Rabbimiz insana öğrettiği şeylerden bahsederken bu kavramı kullanmaktadır (96/5), (55/3-4).
İnsanın özgür iradesiyle ortaya koyduğu davranışlarla ilgili de bu kavram kullanılır (103/2-3), (96/6-7).
Ayetlerde “sorumluluk ve imtihan” söz konusu olduğunda yine “insan” kavramı devreye girmektedir (33/72), (76/2).
İnsanın ahiretteki durumuyla ilgili ayetlerde de bu kavram kullanılır (79/34-35), (75/10), (89/23).
Sonuç olarak, ayetlerde “beşer” kavramı, insanın etten kemikten bir varlık olması bağlamında kullanılırken; “insan” kavramı irade ve sorumluluk sahibi sosyal bir varlık olması bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Fakat başta ifade ettiğimiz gibi beşer de insan da farklı iki varlığın değil; aynı varlığın iki ayrı vasfıdır / özelliğidir.
YAHUDİLİK ~ Musa as.’ın arkasından gidenlerin dini değil, gitmeyenlerin dinidir.
HRİSTİYANLIK ~ İsa as.’ın arkasından gidenlerin dini değil, gitmeyenlerin dinidir.
SÜNNİLİK-ŞİİLİK ~ Muhammed as.’ın arkasından gidenlerin inancı değil, İslam adına sonraları oluşturulan bir inançtır. Allah’a ve Rasûlüne rağmen oluşturulmuş ve gerçekte onların DİNİ / YAŞAM BİÇİMİ olmuştur.
Maide 19
EY KİTAP EHLİ! Rasûllerin arası kesildiği bir sırada; “Bize ne müjdeleyici bir Rasûl geldi, ne de bir uyarıcı” demeyin, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah herşeye hakkıyla gücü yetendir.
Maide 20
HANİ Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden Nebiler seçmişti. Sizi krallar yaptı ve size (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini vermişti.”
Maide 21
“Ey kavmim! Allah’ın size emrettiği, mukaddes (güzel yaşamaya elverişli) şehre girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz.”
Maide 22
DEDİLER Kİ: “Ey Musa! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz.”
Maide 23
Korkanların içinden, Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: “Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer müminler iseniz yalnızca Allah’a tevekkül edin.”
Maide 24
Dediler ki: “Ey Musa! Onlar orada bulundukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.”
Maide 25
Musa; “Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o yoldan çıkmışların arasını ayır” dedi.
Maide 26
Allah şöyle dedi: “O halde orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Sen (Ey Musa) yoldan çıkmış o toplum için üzülme!”
Maide 27
ONLARA Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku: Hani ikisi de Allah’a yakınlaşmak için takdim edilmiş / sunulmuş olan;[1] birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti! O takdim edilenın / sunulanın Allah tarafından kabul edilmeyen kişi; “Ant olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki; “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.
______________________
[1] Arapça “kurban = القربان” kelimesi, “Yüce Allah’a yakınlasma vesilesi yapılan şeydir. Yaygın kullanımda, ‘hak yolunda boğazlanan kurbanın’ adı haline gelmiştir.” (Müfredat). Bu nedenle Allah’ın kitaplarında kendisine yakınlaşmak amacıyla takdim edilmesini emrettiği çeşitli türden sunular bu kapsama girer. Nitekim Habil ve Kabil’in Tevrat’taki kıssası, sunulardan birinin toprak mahsulü, diğerinin ise hayvan cinsinden olduğunu göstermektedir: “Habil çoban oldu, Kayin (Kabil) ise çiftçi. Günler geçti. Bir gün Kayin toprağın ürünlerinden Rabb’e sunu getirdi. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. Rab Habil’i ve sunusunu kabul etti. Kayin’le sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı. RAB Kayin’e, “Niçin öfkelendin?” diye sordu, “Niçin surat astın? Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim?” (Yaratılış 4:2-7).
Maide 28
“Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
Maide 29
“Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.”
Maide 30
DERKEN nefsi onu, kardeşini öldürmeye sevketti de onu öldürdü ve böylece kaybedenlerden oldu.
Maide 31
Nihayet Allah ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup ta kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.
Maide 32
Bundan (biri diğerini öldüren iki kişiden) dolayı, İsrailoğullarına şunu bildirdik: “Kim bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde; bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki, bütün insanları öldürmüş gibidir. Her kim de birini kurtarmaya vesile olursa, sanki bütün insanları kurtarmaya vesile olmuş gibidir. Andolsun ki, onlara rasûllerimiz apaçık deliller (Rasûllüğün Belgelerini) getirdiler. Ama onlardan birçoğu, bundan sonra da (halâ) yeryüzünde malları ve canları israf (aşırılıkla yok) etmektedirler.
Maide 33
Allah’a ve Rasûlüne savaş açanların, yeryüzünde saldırganlık/teröristlik yapanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.
Maide 34
Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar. Artık Allah’ın çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin.
Maide 35
EY İMAN EDENLER! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya bir vesile (salih amelden faydalı bir iş / ibadet [namaz veya dua] ile bir fırsat) arayın ve O’nun izin verdiği şekilde saldırganlara karşı cihat / mücadele edin ki, kurtuluşa eresiniz.
Maide 36
ŞÜPHESİZ yeryüzünde olanların hepsi ve yanında bir o kadarı daha kendilerinin (kâfirlerin) olsa da onu kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar onlardan yine kabul edilmez. Onlara çok acıklı bir azap vardır.
Maide 37
Ateşten çıkmak isterler ama ondan çıkabilecek değillerdir. Onlara sonsuz bir azap vardır.
Maide 38
YAPTIKLARINA bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir ceza olmak üzere (yetki sahibi tarafından) hırsız erkekler ile hırsız kadınların tüm güçlerini / yetkilerini ellerinden alın (ve yargıya teslim edin)[*] Allah mutlak güç sahibidir, doğru hüküm / isâbetli karar verendir.
______________________
[*] Pek çok Mealde bu ayete anlam olarak; hırsızlık yapanın elini kesin, olarak verilir. Bu ayeti PARANTEZLER dikkate alınarak anlaşılmalı diye düşünüyorum?!
Yusuf as.’ın kardeşi Bünyamin ile ilgili yani hani Kralın Tasının onun çuvalından çıkması karşılığı olarak alıkonulması hükmü gibi. Alıkoymak ne demek: HAPSETMEK, MAHKÛM ETMEK… Bu şekilde hırsızlık yapan kişinin toplumun içinde bulunmaması, hırsızlık yapmak için elini bir şeyleri çalmasın diye HAPSETMEK / ALIKOYMAK hükmü verilir ki; işte elinin kesilme meselesinin gerçeği budur! Hırsızlık yapmasının önüne geçmektir hapse mahkum ederek. Mahkûmiyeti döneminde ıslah edilmelidir ve tövbe etmesi sağlanmalıdır, anlamında okuyoruz biz bu vb. ayetleri.
38. Ayet Açılımı: (KARŞILIKSIZ para basmış ya da devlet / kamu malından veya hizmetinden gerek direkt, gerekse ihâleye fesat karıştırmak suretiyle çıkar/menfaat sağlayarak hırsızlık yapmış yetkililerin) yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir ceza olmak üzere (yetkilerini kötüye kullanıp karşılıksız para basarak halkın cebinden veya kamu malından çıkar / menfaat sağlayarak) hırsız[lık yapan] erkekler ile hırsız[lık yapan] kadınların tüm güçlerini/yetkilerini ellerinden alın (ve yargıya teslim edin) Allah mutlak güç sahibidir, doğru hüküm / isâbetli karar verendir.
Biz ise bu ayeti MECAZEN / BENZETME / ÖRNEKLEME şeklinde bir anlatım tarzı olarak görüyor ve şöyle anlıyoruz; birincisi: Hırsızlık türü ne olursa olsun, öncelikle hırsızlık yapılmaması için bütün yolların kapatılması olarak anlıyoruz / okuyoruz bu ayeti. İkincisi; insanların bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalı, kimse hırsızlık yapmaya cür’et edememeli. Yok eğer ihtiyaç sahibi olmadığı halde, yine bu eylemini devam ettirirse ve defalarca yakalanıp Hakim karşısına çıkartılıyorsa ve halk arasında fitne ve fücurun (kargaşanın, huzursuzluğun) yayılmasına sebebiyet veriyorsa?! Hakim tarafından bir daha yapmaması, tövbe etmesi gerektiği konusunda uyarılır. Yine tüm uyarılara rağmen hırsızlığa devam ediyorsa, artık son karar bu ayetin gereği şöyle uygulanabilir: O kişinin toplumun arasına salıverilmesi yerine bütün ihtiyaçları karşılanmak üzere ev hapsinde tutulmak koşuluyla gözaltına alınabilir. Hapishane sistemi olan bölgelerde yine ihtiyaçları karşılanarak gerekirse (Yusuf as.’ın kardeşi için uyguladığı hükümde olduğu gibi alıkonulup) hapsedilebilir. Bu karar yine toplumun huzuru için artık zorunlu hale gelmiş olur. Bu konuda bizim görüşümüz bu şekildedir; en doğrusunu Allah bilir.
Çünkü hemen bu ayetten sonra 39. Ayette: “Her kim de işlediği zulmünün (hırsızlığın) arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse; kuşkusuz Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Yaptığı bu işin yani hırsızlığın hem kendisine ve hem de bir başkasına ZULÜM olduğuna gönderme yapılır. Yaptığı bu eylemi sonrası tövbe edip, durumunu düzeltirse Allah onun tövbesini kabul eder, buyurulur.
Peki hırsızlık yapan bir insanın eli hemen kesilirse, Allah’ın bu hükmü nasıl uygulanacaktır?! İşte Maide 39. Ayet gereği el kesme olayının olmadığını düşünüyoruz. Dediğimiz gibi bize göre; bütün hırsızlık yollarının kapatılmasını Yüce Rabbimiz öneriyor ve bu ayetten halkın yöneticiler tarafından aç susuz bırakılmaması gerektiğini anlıyoruz.
Maide 39
Her kim de işlediği zulmünün (hırsızlığın)[*] arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse; kuşkusuz Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
______________________
[*] Bu arada hırsızlığın cezası el kesmek yani bir elin ya da elin bir parçasının kesilmesi olarak algılanmamalı! Öyle olsa; hırsızlık yapan kişinin tövbesi olmazdı?! Bu ayetin ne demek istediğini anlayabilmek için Maide 38 ‘i ve Dipnotunu okuyunuz.
Öncelikle şu konuya bir açıklık getirmemiz gerekiyor: Bu konular HUKUKUN SAHASINA GİRER?! Herkesi ilgilendirmez. Vatandaşların ilgi alanı değildir. Vatandaşın üzerine düşen Arapça bilmiyorsa, anladığı/bildiği dilde BİR KUR’AN MEALİ OKUYUP öncelikle İTİKADİ/İNANÇ/İMANİ meselesini halleder. Bu da İNİŞ SIRASINA GÖRE BİR KUR’AN MEALİ okunduğunda 1. İnen Sure olan Alak Suresinden başlayıp, 83. İnen Mutaffifin Suresine kadar defalarca okuyup bitirerek ve Ayetler arası bağlantıyı da kurarak ve Ayetlerin üzerinde düşünerek İMANINI/İTİKADINI oluşturmalı. Biz bu İNİŞ SIRASINA GÖRE KUR’AN OKUMASINA İlköğretim, Ortaöğrenim ve Lise Seviyesinde bir Eğitim-Öğretim Sistemi diyoruz. Daha sonra kişi Üniversite Seviyesinde Eğitim almak/görmek isterse: Örneğin bir Hukuk Fakültesi Öğrencisi olmak isterse Üniversitelere Yönelik Medeni Sureler ilgi alanına girer. Eski deyimle: FIKIH TEDRİSATI yapmak isterse, bir Fakih/Hukukçu olmak isterse Kur’an’ın Hüküm Sureleri ve Ayetleri üzerinde tefekkürünü sürdürür. Maalesef bugün her ortamda, özellikle Sosyal Medya Platformlarında önüne gelen üstüne vazife olmadığı hâlde HUKUK ile ilgili Ayetler üzerinde konuşmaktadırlar. Yani, hani önüne bir dava gelse; örneğin bir hırsızlık yapan biri gelse ve onunla ilgili bir hüküm/karar vermek durumunda kalıp SORUMLULUK alsa ki almak öyle kolay değildir, ancak o zaman akılları başına gelir ve derler ki: Bu bizim işim değil?! Hakimlerin, Yargıçların, İddia Makamı olan Savcıların ya da Savunma Makamı olan Avukatların işi derler (tabi Allah’ın Ayetlerine göre hüküm/karar verilen bir ortamda). Hani olur ya, günümüz yönetim biçimlerinde Hırsızlık, Cinayet, Tecavüz konularında başa çıkılamayınca Allah’ın Ayetlerine/Hükümlerine dönüldüğünde bu konular İSLÂM HUKUKÇULARININ işidir!
Maide 40
Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. O dilediğine (azılı suçlulara) azap eder, dilediğini (suçsuz kimseleri) de bağışlar. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.
Maide 41
EY RASÛL! Kalpten inanmadıkları hâlde ağızlarıyla: “İnandık” diyenler (münafıklar) ile Yahudi mezhebi mensuplarından küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra, yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu hüküm verilirse onu tutun. O verilmezse sakının.” Allah kimin (suçluların) azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.[*] Onlar Allah’ın kalplerine mutluluk vermediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rezillik, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.
______________________
[*] Maide 41, 42 ve 43. Ayetlerdeki yıldızlı dipnotlar: Hüküm verme ile hüküm koyma karıştırılmamalıdır. Hükmü koyan, hüküm sahibi yalnız Allah’tır. Bir problem/olay esnasında, o problemi/olayı çözüme kavuşturarak karara bağlamaktan bahsedilir burada. Üstelik Nebi as.’ı Hakem tayin edip sonra onun verdiği karara uymayanlara uyarı vardır. Hüküm konusunda helâl ve haram kılma/koyma yetkisi yalnızca Allah’a aittir. Nebi de olsa, hiç kimse helâl ve haram kılma yetkisine sahip değildir.Burada aynı zamanda Allah: Ey Nebi, senin haramı helâl, helâlı haram kılma yetkin yok ki, kendine zulmediyorsun?! Sen, Biz ne diyorsak ona uy; Bizim helâl kıldığımızı helâl, haram saydığımızı da haram bilerek dikkat etmen yeterli! Dolayısıyla bu ayet ile hani müktesebatta Allah’ın Rasûlü için, onun da helâl/haram koyma yetkisi var, diye iddiada bulunurlar ya; işte bu ayet onların bu iddialarını çürütmektedir. Muhammed as. haram ve helâl konusunda hükmü uygulayandır. En doğrusunu Allah bilir.
YAHUDİLİK ~ Musa as.’ın arkasından gidenlerin dini değil, gitmeyenlerin dinidir.
HRİSTİYANLIK ~ İsa as.’ın arkasından gidenlerin dini değil, gitmeyenlerin dinidir.
SÜNNİLİK-ŞİİLİK ~ Muhammed as.’ın arkasından gidenlerin inancı değil, İslam adına sonraları oluşturulan bir inançtır. Allah’a ve Rasûlüne rağmen oluşturulmuş ve gerçekte onların DİNİ / YAŞAM BİÇİMİ olmuştur.
Maide 42
Onlar yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan, sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan aralarında adaletle hükmet.[*] Çünkü Allah âdil davrananları sever.
______________________
[*] Maide 41, 42 ve 43. Ayetlerdeki yıldızlı dipnotlar: Hüküm verme ile hüküm koyma karıştırılmamalıdır. Hükmü koyan, hüküm sahibi yalnız Allah’tır. Bir problem/olay esnasında, o problemi/olayı çözüme kavuşturarak karara bağlamaktan bahsedilir burada. Üstelik Nebi as.’ı Hakem tayin edip sonra onun verdiği karara uymayanlara uyarı vardır. Hüküm konusunda helâl ve haram kılma/koyma yetkisi yalnızca Allah’a aittir. Nebi de olsa, hiç kimse helâl ve haram kılma yetkisine sahip değildir.Burada aynı zamanda Allah: Ey Nebi, senin haramı helâl, helâlı haram kılma yetkin yok ki, kendine zulmediyorsun?! Sen, Biz ne diyorsak ona uy; Bizim helâl kıldığımızı helâl, haram saydığımızı da haram bilerek dikkat etmen yeterli! Dolayısıyla bu ayet ile hani müktesebatta Allah’ın Rasûlü için, onun da helâl/haram koyma yetkisi var, diye iddiada bulunurlar ya; işte bu ayet onların bu iddialarını çürütmektedir. Muhammed as. haram ve helâl konusunda hükmü uygulayandır. En doğrusunu Allah bilir.
Maide 43
Yanlarında içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden[*] yüz çeviriyorlar? İşte onlar, inanmış değillerdir.
______________________
[*] Maide 41, 42 ve 43. Ayetlerdeki yıldızlı dipnotlar: Hüküm verme ile hüküm koyma karıştırılmamalıdır. Hükmü koyan, hüküm sahibi yalnız Allah’tır. Bir problem/olay esnasında, o problemi/olayı çözüme kavuşturarak karara bağlamaktan bahsedilir burada. Üstelik Nebi as.’ı Hakem tayin edip sonra onun verdiği karara uymayanlara uyarı vardır. Hüküm konusunda helâl ve haram kılma/koyma yetkisi yalnızca Allah’a aittir. Nebi de olsa, hiç kimse helâl ve haram kılma yetkisine sahip değildir.Burada aynı zamanda Allah: Ey Nebi, senin haramı helâl, helâlı haram kılma yetkin yok ki, kendine zulmediyorsun?! Sen, Biz ne diyorsak ona uy; Bizim helâl kıldığımızı helâl, haram saydığımızı da haram bilerek dikkat etmen yeterli! Dolayısıyla bu ayet ile hani müktesebatta Allah’ın Rasûlü için, onun da helâl/haram koyma yetkisi var, diye iddiada bulunurlar ya; işte bu ayet onların bu iddialarını çürütmektedir. Muhammed as. haram ve helâl konusunda hükmü uygulayandır. En doğrusunu Allah bilir.
Maide 44
ŞÜPHESİZ Tevrat’ı (tahrif edilmemiş / bozulmamış hâliyle olanı) Biz indirdik. İçinde bir hidâyet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş Nebiler onunla İsrailoğullarına hüküm veriyorlardı / aralarındaki problemleri çözüyorlardı. Kendilerini Rabbe adamış kimseler ile alimler de öylece hükmederlerdi / onlar da Nebiler gibi problemleri çözerlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevli idiler. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde siz de insanlardan korkmayın Ben’den korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa / bedele / değere değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile (İsrailoğulları ve Müslimler / yalnız Allah’a bağlanıp teslim olanlar da dahil kim olursa olsun) hükmetmeyenler kâfirlerin / gerçeği gizleyenlerin ta kendileridir.
Maide 45
Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar sadakasına sayarsa o kendisi için kefaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler (İsrailoğulları ve Müslimler / yalnız Allah’a bağlanıp teslim olanlar da dahil kim olursa olsun) zalimlerin ta kendileridir.
Maide 46
Onların (Rasûllerin) izleri üzere Meryemoğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı tasdik edici/doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona, içerisinde hidâyet ve nûr bulunan; önündeki (İncil öncesi gönderdiğimiz) Tevrat’ı doğrulayan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.
Maide 47
İNCİL EHLİ Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların (yoldan çıkanların) ta kendileridir.
Maide 48
(Ey Muhammed!) Sana da hak / gerçek olan bu Kitabı; önündeki / öncesindeki (tahrif edilmemiş olan) kitapları (veya Tevrat ve İncil’in Kur’an’a uygun olan kısımların doğrularını ki onlar da ancak bugün Kur’an’ın içindedir) onaylayıcı, onları gözetici / düzeltici / tashih edici olarak (bu Kur’an’ı; Levh-i Mahfuz’daki Kaynaktan) indirdik / aktardık / transfer ettik / anlattık. Artık Allah’ın indirdiği / aktardığı / transfer ettiği / anlattığı verilerle aralarında hükmet ve sana gelen bu gerçekten uzaklaşıp ta onların arzularına uyma! Sizden her biriniz için bir şeriat (hukuk düzeni) ve bir yol (metot / uygulama yöntemleri) önerdik. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet / uygarlık / medeniyet / topluluk yapardı. Fakat verdiği şeylerle sizi açığa çıkarmak / hayırlı işlerde yarıştırmak için takımlara ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’ın huzurunadır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.
Maide 49
ARALARINDA, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse; bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete uğratacaktır. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.
Maide 50
Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanmak isteyen bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?