BİRBİRLERİNE neyi sorup duruyorlar;
Nebe Suresi
İniş Sırası: 80 • Mushaf Sırası: 78 • Mekki Sure • 40 Ayettir
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
(Rahman sıfatıyla bütün İnsanlara merhametiyle muamele eden ve Rahim sıfatıyla da bütün Müslümanlara rahmetiyle davranıp lütfu geniş olan Allah ın adıyla)
Nebe 2
o büyük haberi?[1]
______________________
[1] Bu ayette geçen O BÜYÜK HABER nedir?!
Nebe Suresi ilk 5 ayetine bakalım:
1. BİRBİRLERİNE neyi sorup duruyorlar;
2. o büyük haberi?
3. Üzerinde anlaşamadıkları şeyi mi?
4. Kesinlikle, ileride bilecekler.
5. Kesinlikle, ileride bir kez daha bilecekler!
Buradaki “büyük haber”den maksat, Resûlullah (s.a.s.)’in nübüvveti, bilhassa ona indirilen Kur’an ve onun son derece tesirli bir üslupla tekrar tekrar bildirdiği kıyâmet haberidir. Herkesin iman ve amelinin sorulacağı âhiret günüdür. “De ki: “O pek büyük ve çok önemli bir haberdir (Kur’an’ın bildirdiği ve alay ettiğiniz şeyler tamamen gerçektir.)” (Sād 38/67) âyeti ise, bu büyük haberin Kur’an olduğuna işaret eder. Kur’an peyderpey inmeye başladığı zaman imandan nasibi olanlar ona inanıyor, inanmayanlar ise birbirlerine ve etraflarına sorup duruyor, “Kulağımıza gelen bu şeyler neyin nesidir? Muhammed Nebi (Allah’tan haber aldığını söyleyip aldığı haberleri ileten biri) mi olmuş? Tevhide ve âhirete imana mı çağırıyormuş? Hele o kıyâmetin / saatin haberi de nedir? Ölüler dirilecek, herkes yaptıklarından hesaba çekilecekmiş, öyle mi? Bir de parmak izlerimize kadar yeniden yaratılacak mışız öyle mi?!” diyorlardı. Herkes bir şey söylüyor, kimi tamamen inkâr, kimi tereddüt ediyordu. İşte burada onların, Kur’an ve nübüvvet gibi iki mühim hâdise karşısında içine düştükleri ihtilaf ve kafa karışıklığı canlı bir tablo halinde tasvir edilmektedir. Halbuki hiç de ihtilaf etmelerine gerek yoktu. Çünkü yakında Kur’an’ın verdiği her haberin, hususiyle kıyâmetin kesin bir gerçek olduğunu bileceklerdi. Zira, şimdi beyân edileceği üzere gözümüzün önünde cereyan eden muazzam varlık ve hâdiseleri yaratan Allah, söz verdiği üzere kıyâmeti koparıp âhiret hayatını getirmeye de elbette güç yetirecektir.
Nebe 3
Üzerinde anlaşamadıkları şeyi mi?.
Nebe 4
Hayır hayır, ileride bilecekler.
Nebe 5
Hayır hayır, ileride bir kez daha bilecekler!
Nebe 6
BİZ, yeryüzünü bir sergi yaptık değil mi?
Nebe 7
Dağları da birer kazık!
Nebe 8
Sizleri (ruh ve bedenlerinizi) eşleşmiş olarak yarattık.
_____________________
ADEM AS.’IN YARATILIŞI İLE İLGİLİ AYETLER LİNKİ;
Yukarıdaki ayette şöyle bir parantez koymuştuk: (Allah ilk/sıfır yaratılışın devamı olarak bugün) diye. Biz parantezleri konuyla ilgili Kur’an Bütünlüğünde geçen ayetlerden alıp koyduk ki; İlköğretim, Ortaöğrenim ve Lise Seviyesindeki kardeşlerimiz konuyla ilgili bağlantıyı daha rahat kurabilsinsinler. Aynı zamanda Kur’an Kültürüyle henüz yeni tanışan bütün insanları düşünerek koyduk. Zaten Mealimiz: KELİME KELİME, MOTOMOT yani bir Çeviri/Meal değil biliyorsunuz, nedir peki: KUR’AN’IN KUR’ANCA ANLAM OKUYUŞU diye sunduk bu yüzden.
Bkz. Bakara 2/30; İsa’nın Yaratılışta durumu Adem’n durumu gibidir olarak gelen Ayeti Al-i İmran 59; Araf 7/189; Müminûn 23/12; 25/Furkân 54; 32/Secde 7; 35/Fâtır 11; 37/Saffât 11; 38/Sâd 71; 38/Sâd 72; 40/Mü’min 67; 53/Necm 32.
Nebe 9
Uykunuzu, bir dinlenme yaptık.
Nebe 10
Geceyi, bir örtü/elbise yaptık.
Nebe 11
Gündüzü, geçim zamanı kıldık.
Nebe 12
Üstünüzde, yedi güçlü gök (yedi kat göğü) bina ettik.
Nebe 13
Bir de ısı ve ışık yayan bir lâmba (Güneş) oluşturduk.
Nebe 14
Yoğunlaşmış bulutlardan, şarıl şarıl bir su indirdik.
Nebe 15
Onunla taneleri ve bitkileri çıkaralım diye.
Nebe 16
Ve sarmaş dolaş bahçeler…
Nebe 17
ŞÜPHESİZ ayırma günü, belirlenmiş bir vakittir.
Nebe 18
O gün, Sûr’a üfürülür, bölük bölük gelirsiniz!
Nebe 19
Gökyüzü açılmış, kapı kapı olmuştur!
Nebe 20
Dağlar yürütülmüş, artık bir serap olmuştur!
Nebe 21
ŞÜPHESİZ cehennem, bir hapishane;
Nebe 22
azgınlar için varılacak yer olmuştur.
Nebe 23
Sonsuz devirlerce, orada sürekli kalıcıdırlar.
Nebe 24
Orada, ne bir serinlik tadarlar, ne de bir içecek.
Nebe 25
Sadece kaynar bir su ve buzlu bir irin![*]
______________________
[*] Buradaki “Hamim” ve “Ğassak” sözcükleri, “yakıcı bir ümitsizlik” ve “buz gibi karanlık” şeklinde de düşünülmelidir. Çünkü bu sözcüklerin hem sözlük anlamları, hem de terim anlamları buna uygundur.
Nebe 26
(Yaptıklarına karşılık) uygun bir ceza olarak!
Nebe 27
Çünkü onlar, hiçbir hesap ummuyorlardı!
Nebe 28
Ayetlerimizi yalanlayabildikleri kadar yalanlayıp durmuşlardı.
Nebe 29
Biz de herşeyi sayan/konuşan/ortaya döken bir kitaba/sicil dosyasına yazmıştık/kaydetmiştik.
Nebe 30
Şimdi tadın! Artık size, azaptan başka bir şey artırmayacağız!
Nebe 31
ŞÜPHESİZ sakınanlar için bir kurtuluş vardır.
Nebe 32
Nice bahçeler, nice bağlar,
Nebe 33
yeni tomurcuklanmaya (meyve vermeye) yüz tutmuş/yumru hâlinde taptaze meyve (üzüm) taneleri.[*]
______________________
[*] Ayetteki [Kevâ‘ıbe etrâben] ifadesinin, genç kız çocuklarıyla değil, bağlam gereği üzüm taneleri veya salkımları şeklinde anlaşılması gerekmektedir. Bu ifade, yumru bitkiler şeklinde de anlaşılabilir. [Kevâ‘ıb] sözcüğü, Mâide 5:6’da [el-ka‘beyni] şeklinde topukların üstündeki yumru biçiminde aşık/uyluk kemikleri demektir. [Türâb] ile aynı kökten gelen [etrâb] sözcüğü de toprakla ilişkilidir. Burada kastedilen, topraktan çıkan turp vs. yumru biçimindeki gıdalara benzer şekildeki cennete özel içeceklerin meyveleri de olabilir. Zaten sonraki ayette de bunlardan elde edilen ve dolu kadehlerdeki içeceklerden söz edilmektedir.
Nebe 34
Ve dolup taşan kadehler…
Nebe 35
Orada ne bir boş söz, ne de bir yalan işitirler.
Nebe 36
Rabbinden bir karşılık, yeterli bir bağış olarak…
Nebe 37
Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, çok merhametli olandan! O’na karşı hitap etmeye güç yetiremezler!
Nebe 38
O GÜN, ruh (Cebrail) ve melekler, saf saf kıyama dururlar! Rahmân’ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar, konuşamazlar! O da ancak doğruyu söyler!
Nebe 39
İşte bu gerçek gündür. O hâlde (Rabbine yönelmeli) dileyen / isteyen / tercih eden kimse Rabbine varan bir yol tutar.
Nebe 40
Doğrusu Biz sizi, yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, ellerinin takdim ettiğine/önceden gönderdiğine bakar ve inkârcı/kâfir: “Ah ne olurdu, toprak olsaydım!” der.