Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla.

Nisa 1

EY İNSANLAR! (Allah ilk / sıfır yaratılışın devamı olarak bugün) sizi bir tek nefisten / candan / canlıdan / döllenmiş yumurtadan / hücreden yaratan ve eşini de ondan (aynı döllenmiş yumurtadan / hücreden) yaratan, ikisinden de (yeryüzünün her tarafına yayarak aile / sülâle oluşturup hemcinslerinden) çok sayıda erkek[*] ve çok sayıda kadın[*] yaratıp (halk, kavim, boy, soy, aile, köy, memleket, büyük kavim birlikleri şeklinde şubelere / kabilelere ayırarak) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının! Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık[1] bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde bir gözetleyicidir.

______________________
[1] [*] Bu ayet ilk İnsanın / Adem’in ve Eşinin Cennet’te yaratılışından sonra, dünyada Soyunun / Sülâlesinin dünyada ‘yaratılışından’ bahseder. Bugün; kardeş olduklarını bilenlerin evlenmesi, tüm dünya ülkelerinde ve dinlerinde yasaktır (haramdır), suçtur. Dolayısıyla, insanlık tarihinin başlangıcında bu tür evliliklerin yapılmış olması görüşüne katılamıyoruz. İlk İnsan ve Eşi bu dünyada bir yetişkin olarak yaratılmıştır. Dünya cennetine / bahçesine yani zahmetsizce yaşayacakları cennete yerleştirilmişlerdir. Ve sonra bir günah sebebiyle zahmetli / zor bir geçim olan dünya hayatı ile yüz yüze kalmışlardır. Çoğalma meselesine gelince: Mesela Allah; ilk yaratılanları tek bir ümmet / topluluk olarak, ayrı ayrı çok sayıda / binlerce yetişkin erkek ile; yine çok sayıda / binlerce ayrı ayrı yetişkin kadın olarak yaratmış olabilir ve bunların her biri evlendikten sonra farklı birer aile olmuş olabilirler. Dolayısıyla; farklı olan bu ailelerden meydana gelen çocuklardan birinin diğeriyle evlilik yapmış olması muhtemeldir ve gayet doğaldır. Akla, mantığa ve kalbe temiz gelen görüş budur, diye düşünüyoruz. Yine de en doğrusunu Allah bilir.

ADEM AS.’IN YARATILIŞI İLE İLGİLİ AYETLER LİNKİ;

Yukarıdaki ayette şöyle bir parantez koymuştuk: (Allah ilk / sıfır yaratılışın devamı olarak bugün) diye. Biz parantezleri konuyla ilgili Kur’an Bütünlüğünde geçen ayetlerden alıp koyduk ki; İlköğretim, Ortaöğrenim ve Lise Seviyesindeki kardeşlerimiz konuyla ilgili bağlantıyı daha rahat kurabilsinsinler. Aynı zamanda Kur’an Kültürüyle henüz yeni tanışan bütün insanları düşünerek koyduk. Zaten Mealimiz: KELİME KELİME, MOTOMOT yani bir Çeviri / Meal değil biliyorsunuz, nedir peki: KUR’AN’IN KUR’ANCA ANLAM OKUYUŞU diye sunduk bu yüzden. 

Bkz. Bakara 2/30; İsa’nın Yaratılışta durumu Adem’in durumu gibidir olarak gelen Ayeti Al-i İmran 59; Araf 7/189; Müminûn 23/12; 25/Furkân 54; 32/Secde 7; 35/Fâtır 11; 37/Saffât 11; 38/Sâd 71; 38/Sâd 72; 40/Mü’min 67; 53/Necm 32.

Nisa 2

(KANUNLAR nezdinde rüştünü ispat etmiş) yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp / karıştırıp yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır.

Nisa 3

EĞER velisi (korumakta) olduğunuz (henüz rüştünü ispat etmemiş) yetim kızlar konusunda mallarını / haklarını koruyamama gibi bir endişeye kapılırsanız, hakkaniyet gereği onlarla aranızda (noter / yetkili makam ve şahitler huzurunda) bir sözleşme yaparak (servetlerini / mallarını / haklarını) güvence altına alın.

(Biz biliyoruz; onların malları başkalarının eline geçmesin diye onları nikâhınıza almak istiyorsunuz, eğer yetimleri düşünüp onların haklarını korumada samimi iseniz onlarla değil);

(Savaşta) iki, üç veya dört yetim çocukla ortada kalmış bir kadının[1] geçim yükünü üstlenip nikâhlayın / evlenip kanatlarınız / korumanız altına alın veya (onları müminlerden bir başkasıyla) evlendirin.(Onların çocukları ile kendi çocuklarınız arasında) hakkaniyetli davranamamaktan endişe ederseniz (bırakın iki, üç, dört yetim çocuklu bir kadınla evlilik yapmayı) tek çocuklu kadınla bile nikâhlanmanız / evlilik yapmanız uygun değildir?!

Evlenecekseniz de (onlarla değil savaşta size esir düşerek sığınmış ya da) elinizin altında bulunan biriyle (yani ülkenize çalışmaya gelerek geçime ve korunmaya muhtaç durumda olan bekâr ya da çocuksuz yabancı dul bir kadınla) evlenin. İşte bu davranış (evlenip servetlerine konmak istediğiniz ve sorumluluğunuz altında bulunan) yetim kız çocuklarının korunması için daha hayırlıdır / daha uygundur”.[2]

______________________
BU AYET İÇİN TARİHİ VESİKALARDA GEÇEN BİLGİ:

Nisâ 3 ayet hangi olay üzerine inmiştir?

Bu ayetin iniş/nüzul sebebi şudur: Hz. Aişe -özetle- anlatıyor: Bazı kimseler bakmakta oldukları yetim kız akrabalarının malına ve güzelliğine göz diktiği için, onlarla evlenmek istiyordu. Ancak onlarla evlenirken onlara verilmesi gereken mehirlerini vermek istemiyorlardı.

Nisa suresi ne zaman indi?

Nisâ sûresi Medine’de müslüman toplumun oluşması, Bedir, Uhud ve Hendek savaşları gibi çetin günlerin yaşanması, geride yetimlerin ve dul kadınların bırakılması, müşriklerin yanı sıra Ehl-i kitap ve münafıklarla temel inanç ve sosyal ilişkiler bakımından problemlerin ortaya çıkmasından sonra muhtemelen (626-27).

Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında Arapçanın öncelikli bir yerinin olduğu muhakkaktır. Bu nedenle hem tefsir hem de tefsir usulü eserlerinde Kur’ân’ı yanlış veya eksik anlamamak için lügat, sarf, nahiv ve dile dair benzer ilimlerin bilinmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu hususla bağlantılı olarak âyetlerin, dilde var olan zayıf, kural dışı veya garîb anlamlara değil, âyetlerin sözdizimine uygun olan ve dilde yaygın olarak kullanılan güçlü anlamlara hamledilip buna göre tefsir edilmesi gerektiği beyan edilmiştir. Çalışmamızın konusunu teşkil eden Nisâ sûresi 3. âyeti ile ilgili farklı açıklamalarda bulunulmuştur.

[1]  Bu konu çok önemli ve suistimâle açık olduğu için AYETİ cümleler hâlinde verdik. Şimdi, gerek Arap Dili ve Gramerini bilen ve gerekse bilmeyip Kur’an’ı Kavram üzere çalışan pek çok kişi hemen şu soruyu soracaklar: Şimdi siz aşağıdaki cümlelerde; “İki, üç veya dört yetim çocukla ortada kalmış bir kadın” ifadelerini nereden çıkarıyorsunuz?!

Meal Sahipleri arasında daha; Ayetin girişini unutup son cümlelerle bağlantı dahi kuramayanlar var ne yazık ki?! Elinizin altında, koruyup gözetmekle mükellef / sorumlu olduğunuz yetim kız çocuklarıyla servetlerinden dolayı evlilik yapacağınıza, gidin (bir şekilde dul kalmış) Savaşta kocaları ölmüş çocuklu kadınlarla evlenin, anlamını ilk cümleden alıyoruz. Bu konuları Ayet Mealinin orijinaline koymamız mümkün olmadığı için PARANTEZLERLE ve DİPNOT ile de detaylandırıp AYETİN ve KONUNUN DAHA DOĞRU ya da DOĞRUYA YAKIN BİR ŞEKİLDE ANLAŞILMASI İÇİN biraz uzun tutmak durumunda kalabiliyoruz, bilginize.

Aşağıdaki konuya geçmeden önce bir şeyi daha dile getirmek istiyorum. Bu Arap Dili ve Gramerine vakıf olan kelli felli insanların ağzından dökülenlerin ilki de hemen; vay efendim kadının da nefsi var, birtakım ihtiyaçları var, bizim var da onların yok mu?! Far-ı misal senin dediğin gibi de olsa yani: Nikahınız / korumanız altına alınan o kadınların bu anlamda ihtiyaçlarının karşılanması lazım, diyerek maalesef üzülerek söylemek istiyorum, bu insanlar erkek olduğu için akılları hep censellikte. Oysa bir kadının bir-iki çocuğu varsa artık o kadın ANNEDİR ve varsa yoksa evlâtlarıdır. Evli olan bir kadın için bile öncelik kocası değildir, çocuklarıdır. Bazen karı – koca arasında: Vay efendim sen çocuk sahibi olduktan sonra beni ikinci plâna attın, hiç hesaba bile katar olmadın?! Allah yemin ederim aynı bu sözleri söylemiş biri olarak: Ben, çoçuklarımın annesi ilk doğumundan ve kucağına yavrusun aldıktan sonra yeminle ben ikinci plâna atıldım, hatta devre dışı kaldım. Tabi ben böyle deyince hemen bu dediğim kişiler ilk akıllarına gelen cinsel anlamda algılayacaktır, ben onu kasdetmiyorum: Sevgide, ilgide daha çok ikinci plana atıldık… Çünkü artık onun varı yoğu evladırı, yani bir annenin demek istiyorum.

Adaleti sağlayamazsanız, şeklinde gelen cümleyi: İşte birden fazla evliliğe gönderme yapıp, eşler arasında adaleti sağlayamazsınız olarak anlayanlar yine maalesef çoğunlukta?! Oysa burada YETİM ÇOCUKLU bir Kadınla evlilik yapacağınız zaman onun önceki kocasından olan çocukları ile sizin kendinizin önceki eşinizden olan çocuklarınız arasında ADALETİ SAĞLAMAKTAN endişe duyarsanız, olarak algımayı (akıllarına getirmeyi) maalesf bir türlü düşünememişlerdir!

Müslümanım diyen insanlar olarak ister dört evlilik var deyin, ister yok deyin. İster dört evliliğe inanın, ister inanmayın/karşı olun hiç önemli değil?! Çünkü bugün ortada bir realite/gerçek var: İnananı da, inanmayanı da birden fazla kadını bir şekilde adeta bir odalık gibi kapatıyor. Bir ev tutuyor; kimi imam/dini nikah kıyıyor, kimi nikah olayı önemsemeden metres hayatı yaşıyor. Önemli olan bugünkü yasalarda bu duruma bir çözüm bulunması gerekiyor. Kimi imam/dini nikâhı suistimal ederek kadınların (evlilik ile edinilen miras) hukukunu elinden alıyor. Hele bir de çocuk ya da çocuklar dünyaya geliyorsa kadın hepten ortada kalıyor.

Allah Rasûlü Muhammed as. dünyada yaşıyorken sadece iki eş aldı hayatına. Biri daha 25 yaşında ve bekâr iken, dul olup 40 yaşında olan Hatice validemizdi. Diğeri, Hatice ra. vefat edince 20’li yaşlarda nikahına aldığı Aişe validemizdi (her ikisine de selâm olsun).

Zevc kelimesi cümlenin gelişine ve gidişine göre farklı anlamlar taşır. Sadece Hatice ve Ayşe’yi kasteden zevc kelimesi eş anlamında olup, bunun dışındaki kelimeler kadın veya erkek olsun; dost/arkadaş, gittiği yolda yoldaşlık eden, yardımcılar, hizmetli/hizmetleri gören görevli, kanatları/koruması altına alınanlar, devlet memuru, özel kalem müdürü, güvenlik görevlisi, temizlik görevlisi, haberleşme görevlisi, iletişim görevlisi ya da tercüman gibi anlamlar taşır. Bu görevliler vatandaş veya vatandaş olmayan insanlardan olduğu gibi, savaşlarda esir düşmüş insanlardan da seçilebilir.

Bu iki validemiz dışında; koruması/kanatları altına alıp nikâhladığı kadınların yetim çoluk çocuklarına sahip çıktı, geçimlerini ve eğitimlerini üstlendi ve o kadınlarla asla cinsi münasebette bulunmadı. Onların pek çoğu da yaşları çok ilerideydi. Kanatları altına aldığı her bir kadın, Nebi as.’a nikâh vesilesiyle en yakınlardan olduğu için, ellerinden ne iş geliyorsa Nebi’ye yardımcı oluyordu. Ki bu kadınlar arasında çok maharetli olanlar da vardı; bazıları eğitimli, bazıları birden fazla dil biliyordu ve bugün olduğu gibi bir Devlet Başkanı, diğer Ülke Devlet Başkanları ile görüşmeye gittiğinde nasıl ki bir Tercüman yanında götürüyor, Nebi as. ‘da nikâhlı olan kadınlardan birini yanına alıyordu, diye değerlendirin. Dolayısıyla pek çok nikâhlı/koruması altında olan kadınlar Devletin çeşitli kademelerinde yer almışlardı. Bir de böyle bakıp değerlendirin çok evlilik/eşlilik olayını?! Bu çok eşlilik meselesi sulh zamanında ortaya çıkmış bir zorunluluk değildi, biliyorsunuz. Savaş ortamlarında erkeklerin kaybı ile ortada kalan kadınlardı!

O dönemde geçmişten yani cahiliye döneminden kalma cariyelik ve kölelik te Kur’an/İslâm ile ortadan kaldırılmıştır. Savaş esirlerinden olan erkeklere KÖLE, kadınlara ise CARİYE deniliyordu. Esir kadınlara ve erkekler her türlü cinsel pislik uygulanıyordu, kişi onların sahibiyim diye onları insandan bile saymıyordu?! İşte İslâm onların özgürleşmesini sağlayarak onların hak ve hukuklarını tanıdı. O günün Müslümanları; hür kadınlarla evlenemeyenler daha daha doğrusu, savaşlarda esir alınan düşman kadınlardan İslâm’ı kabul edenlerle evlendirilerek onlara özgürlük tanıdı. Müslüman olmayan esir kadınlar da bu şekilde evlilikleri kabul ederek onlar da özgür kalıyorlardı. Olaya bir de bu yönden bakmakta fayda var.

Böyle bir giriş yaparak asıl söylemek istediğim konuya gelmek istiyorum. Allah’ın ‘gizli dost tutmama hükmü’ hem Müslüman kadın ve hem Müslüman erkek için geçerlidir. Kadınların, özellikle Mümin kadınların gizli dost tutmaları (en başta nesil emniyeti için gizlice buluşup birlikte yaşaması) söz konusu bile olamaz, apaçık zina hükmüne girer. Bugünkü yasalarda erkekler için bir boşluk var, özellikle erkekler gizli dost tutarak ve kendilerine ayrı bir ev açarak dilediği gibi yaşamaktadırlar.

İMAM NİKÂHI DİYE BİR ŞEY YOKTUR?!

İslâm Devletinde Evlilikler/Nikâh Kıymalar adı farklı olmakla birlikte bugünkü gibi Kurumsallaştırılmış Nikâh Daireleri, Evlendirme Memurluğu gibi kurumlar vardı. Bugünkü Medeni diye bilinen devletlerin kanunları/yasaları İslâm Medeniyetinden esinlenmişler. Bugün geçerli olan tek Nikâh; Resmi Nikâhtır, çünkü kadınları güvence altına alan ancak bu Nikâhtır?!

İyi güzel de İmam/Hoca Nikâhı nereden çıktı?! Şöyle düşünün: Bir kolaylık olsun diye ta Osmanlı Döneminde ve hatta ondan önceki bütün İslâm diye bilinen topraklarda uygulanagelen bir gelenekti, diyebiliriz. Çünkü devlet ve tabilerinin (halkın/milletin) çoğalması ile böyle bir uygulama/yöntem geliştirmişler. Ancak öyle adaylar gelip, yanlarında da şahit getirip: Bir cami imamının ya da bir alimin karşısına oturup, evlilik akitlerinin tamamlanması sonucu oradan ayrılıp gitmeleri ile sonlanan bir merasim değildi?! İllâ ki kayıt altına alınıyordu. Erkeğin eşi için söz verdiği mihri (evlilik hediyesi) kayıt altına alınıyordu ve Devletin ilgili Kurumuna iletiliyordu ki; kadının evlilik hukukundan kaynaklanan hakları (miras hukuku) vs. güvence altına alınıyordu. Öyle laf ile olan bir eylem değildi.

Bugün de aynı şekilde olmuyor mu?! Eskiden böyle olmuyordu; kim Mahallede evlenmeye kalksa ya da dediğimiz gibi bir kadını ya da genç bir kızı ikinci eşi olarak almaya kalksa gidip imama nikâh kıydırıyorlardı. İmamın o kişinin ilk mi, ikinci mi, üçüncü mü, dördüncü mü evliliği olduğu sormuyordu bile?!

Şimdi öyle mi; hayır?! Çünkü bir yasayla devlet bu olayların önüne geçti. İmamların nikâh kıymalarını yasakladı. Böyle bir olaya girişen imamlara ceza-i müeyyideler uygulamaya bile başladı.

Sonra neyi resmileştirdi?! Belediyelerin görevlerinden olan Evlendirme Memurlukları zaten bu işlevi görüyorlardı. Bugün Mahalle Muhtarlarına da Nikah Kıyma Görevleri verdi, aynı zamanda Müftülere de?! Ancak bunlar; kişiler Evlendirme Memurluklarına başvuruyorlar, haklarında araştırmalar yapılıyor, kişiler evli mi, bekâr mı vs. Evlenmelerinde bir engel teşkil olmadığı ortaya çıkınca; Muhtarlar ve Müftüler konuyla ilgili bilgilendiriliyor, sonra nikâhları kıyılıyor?!

Onun için yine maalesef diyorum, bugün yasadışı evlilikler/birliktelikler, Müslümanım diyen erkekler de işin kolayını imam nikâhı kıyarak bulmuşlardı?! Diyanet/Devlet bu olaya yasak getirdi. Ancak dini bilgisi olan birini bulup yine nikâh kıydırılıyor?!

[2] Haydi diyelim 4 Evlilik olmuş olsun, bu durumu aynı anda dört kadınla evlilik olarak değil; onu da şöyle anlamakta fayda var (aşağıda daha detaylı izah edilmiştir) ÖMRÜ HAYATINDA en fazla 4 kez evlilik yapılabilir, çünkü onun dışında İNSANIN FITRİ RAHATSIZLIKLARA uğradığını bugün BİLİM İNSANLARI açıklamaktadırlar?!

KUR’AN KÜLTÜRÜNE SAHİP OLAN/OLMAYAN HERKES BU VB. AYETLERİ MAALESEF YANLIŞ ANLAMIŞLARDIR?!

Çünkü kafaları hep cinsellikte olduğu için, bu vb. ayetleri okuduklarında hep birden fazla eşlilik/eşler akıllarına gelmektedir?! Ahiret yaşamında cinsellik düşünenler ya da böylesi düşünceler bir sapkınlıktır! Dünyada kişinin eşiyle yaşadığı ise Allah’ın üreme konusunda fıtri olarak koyduğu bir yasadır!

Allah erkek için de kadın için de bundan sebep: BİR SINIR KOYMUŞTUR, EN FAZLA DÖRT EVLİLİK?! Çünkü ömrü hayatında 10, 15 evlilik ya da yasak ilişki yaşayan insanlarda fıtrat bozulması söz konusu oluyor, bunu bilim insanları açıklıyorlar. Allah yarattığı kullarını en iyi bildiği için bu fıtri bozulmaların önüne geçmek için 4 evlilikle sınırlamış (en doğrusunu Allah bilir, biz böyle anlıyor ve düşünüyoruz).

Çünkü öbür türlü NEFİSLERE sahip olunamaz, ister kadın olsun, ister erkek NEFİS DAİMA AŞIRILIĞI emreder?!

Kişinin nefsi ister ki, ölünceye kadar onlarca kadın ile ve erkek ile birliktelik yaşasın?!

Allah’ın emri üzere yaşamayanlar için böyle bir sorun yok, onlarca kadın ve erkek ile birliktelik yaşıyorlar öyle değil mi?! Eşi olduğu halde hem de…

İşte bu nefsin azgınlığının önüne geçilmesi için Allah; mümin erkeklere ve mümin kadınlara bir SINIRLAMA getirmiştir, en fazla 4 eş alabilirsin ömründe, o da aynı anda değil… Çünkü aynı anda ne kadınlar buna razı olur ve ne de sizler güç yetirebillirsiniz buyurur. SİZİN İÇİN EN HAYIRLISI/İYİSİ TEK EŞLİLİKTİR, tavsiyesinde bulunur!..

4 Eşliliği meşru görüp kafaya takanlar ki bunu yaşayanlar en iyi bilir ki asla mutlu ve huzurlu olamazlar, tamam cinsel anlamda belki mutlu olabilirler ancak manevi anlamda asla! Onun için Nisa 128 ‘i de bu yönde ele alırlar, oysa burada ALLAH GENELE HİTAP EDER?! Mümin kadın ve erkeklere yani… Erkek müminlerin eşleri derken her bir Mümin Erkeğin Eşi olarak meseleyi çoğul ele alır. Bu ayeti BİR BİREY olarak okuyan kişi; “Haa, demek ki Allah birden fazla eşlere sahip olabilirsiniz” buyuruyor olarak algılıyorlar, çünkü nefislerin öylesi hoş görünüyor!

Hele bir de 129. ayette: BİRBİRİ ARASINDA DENGEYİ KURMADA ZORLANABİLİR, gelince hah tamam işte bu diyorlar, oysa mesele göründüğü gibi değil. Genel olarak bütün Müminlere hitap ediyor, sizler eşleriniz arasında dengeyi kurmada zorlanırsanız, deniliyor!

Nisa 128 ve 129’u doğru anlamak için konuyla ilgili bölümün başlangıcı olan 127. ayetten ele almak lazım;

Allah’ın adıyla;

Nisa 127. KADINLAR hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor.” Yetim (ihtiyaç sahibi/korumasız kalmış/yalnız/tek) ve hakları olan mallarını/mirası onlara teslim etmeyip (mirasın/malın başkasına gitmesini engellemek amacmıyla rüştlerine ulaştıklarında) evlenmek istediğiniz yetim kadınlar ve hatta bakıma muhtaç (savaşta çok sayıda şehid vermiş, böylelikle geride birçok dul ve yetim, kocasız ve babasız kalmış) güçsüz çocuklar ve yetimlere adil davranmanıza dair okunmakta olan ayetlerde (Allah fetvasını vererek) size bunu açıklıyor. Ne hayır yaparsanız şüphesiz Allah onu bilir.

Nisa 128. EĞER bir kadın kocasının kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler (özgür varlıklar olarak) kıskançlığa ve tutkulara meyyal (eğilimli, istekli) yaratılmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

129. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın ister kadın, ister erkek olsun eşler birbiri arasında dengeyi kurmada zorlanabilir. Öyle ise eşlerden biri diğerini askıda kalmış (kocası hem var, hem yok ya da hem karısı var hem yok) gibi bırakmasın. Eğer her ikisinin arasını düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

130. (Yok eğer) eşler ayrılırlarsa her biri, Allah’ın bol rızık yaratmasından ve nimetlerinden çalışıp üreterek istifade etsinler. Allah lütfu geniş olandır. O doğru hüküm/karar verendir.

Nisa 4

(Evlilik yapacağınız çocuklu dul ya da bekâr) kadınların mehirlerini / evlilik hediyelerini verip ihtiyaçlarını sorumluluk gereği gönül hoşluğuyla karşılayın. Eğer kendi istekleriyle o hediye edilenin / verdiğiniz mehrin bir kısmını sizinle paylaşırlarsa onu da güzelce harcayın.

Nisa 5

ALLAH’ın sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere (savurgan/sefihlere) vermeyin. O mallarla onları besleyin giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.

Nisa 6

YETİMLERİ deneyin! Evlenme çağına (büluğa) erdiklerinde eğer reşit olduklarını/aklen olgunlaştıklarını görürseniz mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf (aşırılık) ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeye) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise örfe uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) alıp yesin/ihtiyaçları için harcasın. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.

Nisa 7

ANA, baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından, erkeklere bir pay vardır. Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından, kadınlara da bir pay vardır. Allah bırakılanın azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.

Nisa 8

Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.

Nisa 9

Kendileri geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.

Nisa 10

Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.

Nisa 11

ALLAH; size çocuklarınız[ın alacağı miras] hakkında iki kadın / kız payı kadarını (yani mirasın yarısının) erkeğe, diğer yarısının da iki kıza / kadına pay edilmesini (kızlar erkek kardeşlerinin yanında yaşıyorsa böyle) tavsiye eder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız kardeş / kadın tek (ise ve tek başına) yaşıyorsa (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa geriye bıraktığı maldan ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa anasına üçte bir düşer.
EĞER kardeşleri varsa anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah; bilen ve doğru hüküm / isâbetli karar verendir.

Nisa 12

(EY MÜMİNLER) eğer çocukları yoksa hanımlarınızın (yapacakları vasiyyetten ve borçtan sonra) geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma ölen hanımlarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır.

EĞER kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa ona altıda bir düşer. Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah hakkıyla bilendir, hâlimdir.

Nisa 13

İŞTE BU Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, Allah onu içinden ırmaklar akan, içinde sonsuz kalacakları cennetlere koyar. İşte bu büyük başarıdır.

Nisa 14

Kim de Allah’a ve Rasûlüne isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine atar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.

Nisa 15

KADINLARINIZDAN (erkeklerden birileriyle) fuhuş[*] yapanlara karşı içinizden (yaptıkları işi araştırarak kanıtlayabilecek bilir kişilerden olarak) dört şahit (mahkemede hâkim huzurunda, ücret mukabilinde fuhuş yapanlar aleyhinde şahitlik edecek kişileri) getirin. Eğer onlar (deliller getirerek) şahitlik ederlerse o kadınları ölünceye / canları çıkıncaya kadar veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun / dışarı çıkıp aynı fiili yapmalarına engel olmak için hapsedin.

_____________________
[*] Kadın ve erkeğin her ikisinin isteyerek birlikteliği / yaptığı fiile zina diyebiliriz, bunun dışında yapılan bütün cinsel ilişkilere fuhuş / fahişelik, yani bugünkü karşılığı para / bir bedel karşılığında yapılan fiildir. Bunu, yani bu fiili bugün bizim toplumumuzda da dünya toplumlarında da para karşılığında kadınlarla ilişki kuran erkekler olduğu gibi, kadınlardan da vardır.

Bu ayet şu dipnotlar dikkate alınarak ta okunabilir;

KADINLARINIZDAN zina[1] yapanlara karşı sizden dört şahit getirin[2], onlar şahitlik ederlerse, ölünceye veya Allah onların lehine bir yol açıncaya kadar o kadınları evlerinde tutun[3].

_____________________
[1] Zina diye meal verdiğimiz kelime, fuhuş anlamında olan (el-fahişe = الْفَاحِشَةَ)’dir. Türkçede para karşılığı yapılan cinsel ilişkiye fuhuş dendiği için, yanlış anlamaya yol açmasın diye o kelime kullanılmamıştır. Kur’an’a göre her zina fuhuştur. Bir ayet şöyledir: “Zinaya yaklaşmayın! O, bir fuhuş ve çok kötü bir yoldur.”(İsra 17/32)

[2] Allah Teala dört şahit getirme şartını, namuslu kadının zina ettiği iddiasını ispat için şart koşmuş, dört şahit getiremeyeni iftiracı saymış ve ona seksen kırbaç vurulmasını emretmiştir. Ayrıca tevbe edip kendini düzeltinceye kadar şahitliğinin kabul edilmemesini de hükme bağlayarak (Nûr 24/45 ve 13) kadını koruma altına almıştır.  Bu koruma erkek için getirilmemiştir.

[3] Muhammed aleyhisselam Mekke’de iken önceki kitaplara uyma emri almıştı (En’âm 6/90). Medine’de ceza uygulayabileceği konuma gelince zina suçu işleyenlere Tevrat’ta bulunan recm yani taşlayarak öldürme cezasını (Levililer 20/10-21, Tesniye 22/22-26) uygulamıştı (Tarihi vesikalara bakıldığında Buhârî, Hudûd, 24 ve 30). Bu âyetler recm cezasını ilk aşamada kadın için ev hapsi ve sözle incitme, erkek için sadece sözle incitme cezasına çevirmiştir. Tevbe edip ıslah oldukları ortaya çıkınca sözle incitme cezası, her ikisi için de ortadan kalkardı. Daha sonra bu ceza hafifletilerek 100 celdeye çevrilmiştir (Nûr 24/2).

Nisa 16

Sizden (ücret mubabilinde) fuhuş yapan[erkek ve kadın]ların her ikisini de açık edin / dile düşürüp kınayın / (ya da eğer tövbe edip vazgeçmezlerse bu kişilerin hepsini yaptıklarından dolayı bir adaya) sürgün edin. Eğer onlar; tövbe edip ıslah olurlarsa / durumlarını düzeltirlerse onları sürgün etmekten / dışlamaktan vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir.

Yine bu ayeti farklı bir şekilde, aşağıda olduğu gibi de okuyabiliriz;

Sizden zina yapan o iki kişiyi (kadını ve erkeği)[1] sözle incitin. Eğer tövbe eder / günâhlarından dönüş yapar ve kendilerini düzeltirlerse artık onlara ilişmeyin. Allah tövbeleri kabul eder ve ikrâmda bulunur.

_____________________
[1] Allah Teala fuhuş çeşitlerini yasaklamış (A’raf 7/33) ve onlardan uzak durmayı emretmiştir (En’am 6/151, Şurâ 42/57, Necm 53/3132). Onların ilki zina (İsra 17/32) ikincisi de erkek erkeğe ilişkidir (A’raf 7/8081). Arap dilinde çoğul, en az üçü gösterdiğinden fuhşun üçüncü çeşidi lezbiyenlik olur. 15. ayette, fuhuş yapan kadınlara verilen ev hapsi cezasının, onların lehine olacak bir cezaya çevrileceği bildirilmiştir. Fuhuş suçu ile ilgili olarak, bundan sonra inen tek ayet zina cezasını belirleyen ayet olduğu için (Nûr 24/2), Nisa 15’te ev hapsi cezasına çarptırılan kadınlar, zina suçu dışında bir suç işlemiş olamazlar. Nisa 16’da hem onu hem de suç ortağı olan erkeği sözle incitme emri de verilmiştir. Burada kadına daha fazla ceza verildiği düşünülebilir. Ama ev hapsi onu, kötü niyetli erkeklerden koruyacağı için kadının lehine olur. Bu cezalar, Nûr Suresi 2. âyet ile kaldırılmış, hem kadın hem de erkek için 100 celdeye dönüştürülmüştür. Konu bu kadar açık olduğu halde Nisâ 15’in kadın kadına ilişki / lezbiyenlik ile ilgili olduğu, ayette açılacağı bildirilen yolun da evlilik olduğu iddia edilmektedir. Halbuki ayette evli bekâr ayrımı yapılmamış, sadece ev hapsine mahkûm edilen kadınlar için; “lehine bir yol açıncaya kadar” ifadesi kullanılmıştır. Bu yol ancak, ev hapsini sona erdirecek bir ceza türü olabilir. İşte 100 celde cezası (Nûr 24/2) budur. Ayetler arası ilişkileri dikkate almayanlar, 16. ayetin erkek erkeğe cinsel ilişki ile ilgili olduğunu da iddia ederler. Onlara göre ayetin başındaki “ellezâni / o ikisi” ifadesi fuhuş eylemini yapan iki erkek anlamındadır. Bu iddianın da doğru olma ihtimali yoktur. Arap dilinde kadınlar için dişil, erkekler için eril kalıplar kullanılır ama erkek ile kadının ortak eylemini anlatan kelimeler, mutlaka eril kalıpta olur. Bu sebeple ilgili ayetleri yok sayıp Nisa 16’nın başındaki “ellezâni” ifadesine dayanılarak o ayette erkek erkeğe cinsel ilişkinin kastedildiği söylenemez.

Nisa 17

Allah katında tövbe; ancak bilmeyerek günah işleyip, sonra tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah bilen ve doğru hüküm / isâbetli karar verendir.

Nisa 18

Yoksa tövbe; kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca; “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette çok acıklı bir azap hazırlamışızdır.

Nisa 19

EY İMAN EDENLER! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir. (Ayrıca boşanmayı gerektiren) açık bir hayasızlık yapmış olmaları dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da, Allah (sizin için) onda pek çok hayır yaratmış olur.

Nisa 20

Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne yüklerle mal vermiş olsanız dahi, ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız?

Nisa 21

Hem siz eşlerinizle birleşmiş ve onlar da sizden sağlam bir söz almış iken, onu nasıl (geri) alırsınız?

Nisa 22

GEÇMİŞTE olanlar hariç artık babalarınızın evlendiği kadınlarla (üvey annelerinizle) evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu ne kötü bir yoldur.

Nisa 23

(Ey Müminler, Allah) size (evliliği / nikâhı) şunlarla haram kıldı: Üvey anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, hanımlarınızın / eşlerinizin anneleri (kayınvalideleriniz), kendileriyle zifafa / gerdeğe girdiğiniz hanımlarınızdan (önceki evliliklerinden) olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız[la evlenmeniz / nikâh yapmanız haram kılındı]. Yok eğer (üvey kızlarınızın) anneleri ile henüz zifafa / gerdeğe girmeden boşanmışsanız / ayrılmışsanız onlarla (sonraki bir zamanda o kadınların önceki kocalarından olan kızlarıyla) evlenmenizde size bir günah yoktur. Öz oğullarınızın hanımları, iki kız kardeşi (nikah altında) bir araya getirmeniz / bir arada tutmanız… Ancak geçenler (bizim bu emirlerimiz Muhammed’e hüküm olarak indirilmeden önce cahillikle / bilmeden yapılanlar) başka / geçmişte kalmıştır! Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Nisa 24

Evli kadınlarla evlenmek kesin haram kılındı.[1] Ama evli olduğu hâlde hakimiyetiniz/egemenliğiniz altına girmiş olan (savaş esiri kadınlar) ile evlenebilirsiniz.[2] (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında kalan iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla; mallarınızla (evlilik hediyelerini vermeniz şartıyla) istemeniz size helâl (serbest) kılındı.[3] Eşinizden (nikahlanıp) faydalanmanıza karşılık, sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini/evlilik hediyelerini verin.[4] Evlilik hediyeleri/mehirleri belirlendikten sonra onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günâh yoktur. Şüphesiz ki Allah; bilen ve doğru hüküm/karar verendir.

_____________________
[1] Müslüman – kâfir, hür – esir, evli – bekar ayrımı yapılmaksızın, namusunu koruyan bütün kadınlar Kur’an hükümleriyle de koruma altına alınmış ve onlara “muhsana” yani kalenin içindeymiş gibi korunmuş kadın denmiştir. Bunlardan hür olanları için bu kelime, Mâide 5/5. ayette, esir olanları için de Nisâ 4/25’te geçer. Nûr 24/4 ve 23. ayetler ise her ikisini de kapsar. Kadın, nikâh ile birlikte kocasının da koruması altına girer ve bir kez daha muhsana olur. Bu ayette muhsana, evli kadın anlamında kullanılmıştır.

Bu ayet, evli iken esir düşen kadınların, kocalarından boşanmış sayılacağını gösterir.

[2] “Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayın” Nisa 4/22. ayette geçen Allah’ın emriyle başlayıp buraya kadar sayılan kadınları nikâhlamak haramdır. Bu ayette yer alan “Ama evli olduğu hâlde hakimiyetiniz/egemenliğiniz altına girmiş olan (savaş esiri kadınlar) ile evlenebilirsiniz.” hükmü, evli savaş esiri kadınlarla evlenmeye onay vermiştir. Çünkü Muhammed 47/4’e göre savaş esirleri köleleştirilemez; onları karşılıklı (fidye ile) veya karşılıksız serbest bırakmak gerekir. Karşılıksız serbest bırakılmayan, fidyeleri de ödenmeyen kadınlara evlilik yolu açılarak esirlikten kurtulmalarına imkan verilmiştir. Esir kadın, evlenme konusundaki kararını, kendi hür iradesiyle vereceği için bu hükm onun lehinedir.

[3] Bu ayet, gerdeğe girilmişse,  nikahtan önce veya nikah sırasında belirlenmiş mehri vermenin erkeğin görevi, almanın da kadının hakkı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yüzden erkek, mehir belirlendikten ve gerdekten sonra karısını boşarsa, ona olan mehir borcunun tek kuruşunu dahi kesemez (Bakara, 2/228; Nisâ, 4/20). Boşanma durumunda mehirle ilgili diğer  hükümler için bkz: Bakara, 2/236237Ahzâb, 33/49.

[4] “Mehirlerini” diye tercüme ettiğimiz kelime; “أجر = ecr”in çoğulu“أجور = ücûr”dur. Ecr, yapılan işe karşılık hak edilen şeye denir. Kadının nikah akdi karşılığında hak ettiği mehre de mecaz olarak ecr denmiştir (Müfredat). Durum böyle olduğu halde Nisa 24. ayetin iç bütünlüğü, anlamı, diğer ayetlerle ilişkisi ve Arap dilinin kuralları ihlâl edilerek onun şu bölümünden mut’âya/geçici nikâha fetva çıkarılmıştır. Bunu yapanlar (فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ’) ifadesindeki nikaha giden هِ= o zamirini herhangi bir şekilde “elde etmek” diye takdir ederek muta’ya delil çıkarırlar. Halbuki Nisa 22. ayetten itibaren kadını elde etmekten değil, nikahtan bahsedilir. Dolayısıyla (فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ’) ifadesindeki (هِ= o ) zamiri nikaha gitmektedir. Böylece Kur’an, tek bir nikahtan bahsettiği halde Şia, ayetteki ifadeleri tahrif etmek suretiyle bu tür geçici nikahın İslam’da var olduğunu ve hatta uygulanmasının sevap olduğunu söyler.Bu konuda Ehl-i Sünnet de Muta nikahının İslam’da var olduğunu fakat sonradan Ömer (r.a.) tarafından kaldırıldığını iddia eder. Onların bu konuda ortak kanıları şöyledir: “Peygamber döneminde ruhsat olarak birçok kez uygulanan muta nikahı Ömer tarafından son derece isabetli bir ictihadla kesin olarak yasaklanmıştır. ”Bir de bu konuda Nebimizin şöyle dediğini iddia ederler: “Biz peygamberimizle birlikte savaşıyorduk, yanımızda kadınlarımız yoktu, “Kendimizi hadım ettirsek olmaz mı?” dedik; hadımı yasakladı, sonra bir kumaş parçası karşılığında geçici süreyle evlenmemize izin verdi” (Müslim, Nikâh 11).

Nisa 25

Sizden kimin; hür / mümin (vatandaşınız olan) kadınlarla evlenmeye (ekonomik sebeplerden dolayı) gücü yetmezse (savaşta esir düşüp) mâlik[*] / sahip olduğunuz (ya da ülkelerinden bir vesile ile ayrılmış veya kaçıp) ülkenize gelen / sığınan mümin kadınlardan (vatandaş olmayan yabancı kadınlardan nikâhına) alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost[**] tutmamaları şartıyla; sorumluluklarını üstlenenlerden izin alarak onlarla evlenin, evlilik mehirlerini / hediyelerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş / zina yaparlarsa onlara hür (vatandaş / mümin) kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

______________________
[*] ma مَا
meleket مَلَكَتْ
eymanukum أَيْمَانُكُمْ

Sağ elinizin sahip olduğu ya da oldukları Kur’an’da ‘sağ’ genelde ‘güç kuvvet’ anlamında kullanılır: İslâm öncesi bir uygulama olan kölelik ve cariyeliğin İslâm’da/Kur’an’da yeri yoktur.

O gün yürürlükte olan bir uygulama olduğu için Kur’an’da bu konulara da; ‘ma meleket eymanuhum’ veya ‘eymanuhunne’ olarak gelen kelimeler sağ elinizin sahip oldukları olarak değinilmiştir.

Geçmişte ve bugün de bilindiği üzere kadın esirler Cariye olarak adlandırılmıştır.

Oysa Kur’an’da CARİYE kelimesi kullanılmaktadır, hem de CRY kökünden farklı gelişte tam 64 yerde geçmektedir ve esir köle kadınlarla (cariyelikle) hiçbir ilgisi yoktur.

TERİMLER başlığında CARİYE başlığı adı altında bu konuya değinilmiştir. Tekrar etmekte fayda var: Esir alınan erkek kişiye köle, kadın ise cariye diye adlandırılmıştır.

Muhammed as.’a gelen Kur’an/İslâm ile esir kadın ve erkeklerin bir vesile ile (bedelleri ödenerek veya Müslümanlarla evlendirilerek özgürleştirilmeleri ve serbest bırakılmaları sağlanmıştır.

Bugün ise savaş olmayan bölgelerde bu mesele şöyle yorumlanabilir: Mâlık/hak sahibi oldukları/hakimiyetleri altında olanlardan kasıt; ülkelerine bir vesile ile çalışmaya gelmiş, iş yerlerinde/fabrikalarında çalışan vatandaş olmayan kadın ya da kadınlar olabilir, diye düşünüyoruz. En doğrusunu Allah bilir.

Bu kişiler diğer çalışan vatandaş olan erkek ya da kadınlarla evlendirilebilirler. Bir başka deyimle; savaş ortamında Müslümanların tarafına bir şekilde geçmiş kadınlar da olabilir veya Ülkelerine çalışmaya gelmiş olanlar da olabilir.

Son söz olarak: Savaşta veya barışta fark etmez; özel veya resmi evlilik sözleşmeleri olmadıkça yani nikâh yapılmadıkça hiçbir kimse kadınlara dokunamaz yani cinsi münasebette bulunamaz, Allah bunu yasaklamıştır, haram kılmıştır; yapan zina etmiş olur.

[**]  Bu konu çok önemli ve suistimâle açık olduğu için DİPNOT ile detaylandırıp biraz uzun tutmak durumunda kaldım, bilginize.

Müslümanım diyen insanlar olarak ister dört evlilik var deyin, ister yok deyin. İster dört evliliğe inanın, ister inanmayın/karşı olun hiç önemli değil?! Çünkü bugün ortada bir realite/gerçek var: İnananı da, inanmayanı da birden fazla kadını bir şekilde adeta bir odalık gibi kapatıyor. Bir ev tutuyor; kimi imam/dini nikah kıyıyor, kimi nikah olayı önemsemeden metres hayatı yaşıyor. Önemli olan bugünkü yasalarda bu duruma bir çözüm bulunması gerekiyor. Kimi imam/dini nikâhı suistimal ederek kadınların (evlilik ile edinilen miras) hukukunu elinden alıyor. Hele bir de çocuk ya da çocuklar dünyaya geliyorsa kadın hepten ortada kalıyor.

Allah Rasûlü Muhammed as. dünyada yaşıyorken sadece iki eş aldı hayatına. Biri daha 25 yaşında ve bekâr iken, dul olup 40 yaşında olan Hatice validemizdi. Diğeri, Hatice ra. vefat edince 20’li yaşlarda nikahına aldığı Aişe validemizdi (her ikisine de selâm olsun).

Bu iki validemiz dışında; koruması/kanatları altına alıp nikâhladığı kadınların yetim çoluk çocuklarına sahip çıktı, geçimlerini ve eğitimlerini üstlendi ve o kadınlarla asla cinsi münasebette bulunmadı. Onların pek çoğu da yaşları çok ilerideydi. Kanatları altına aldığı her bir kadın, Nebi as.’a nikâh vesilesiyle en yakınlardan olduğu için, ellerinden ne iş geliyorsa Nebi’ye yardımcı oluyordu. Ki bu kadınlar arasında çok maharetli olanlar da vardı; bazıları eğitimli, bazıları birden fazla dil biliyordu ve bugün olduğu gibi bir Devlet Başkanı, diğer Ülke Devlet Başkanları ile görüşmeye gittiğinde nasıl ki bir Tercüman yanında götürüyor, Nebi as. ‘da nikâhlı olan kadınlardan birini yanına alıyordu, diye değerlendirin. Dolayısıyla pek çok nikâhlı/koruması altında olan kadınlar Devletin çeşitli kademelerinde yer almışlardı. Bir de böyle bakıp değerlendirin çok evlilik/eşlilik olayını?! Bu çok eşlilik meselesi sulh zamanında ortaya çıkmış bir zorunluluk değildi, biliyorsunuz. Savaş ortamlarında erkeklerin kaybı ile ortada kalan kadınlardı!

O dönemde geçmişten yani cahiliye döneminden kalma cariyelik ve kölelik te Kur’an/İslâm ile ortadan kaldırılmıştır. Savaş esirlerinden olan erkeklere KÖLE, kadınlara ise CARİYE deniliyordu. Esir kadınlara ve erkekler her türlü cinsel pislik uygulanıyordu, kişi onların sahibiyim diye onları insandan bile saymıyordu?! İşte İslâm onların özgürleşmesini sağlayarak onların hak ve hukuklarını tanıdı. O günün Müslümanları; hür kadınlarla evlenemeyenler daha daha doğrusu, savaşlarda esir alınan düşman kadınlardan İslâm’ı kabul edenlerle evlendirilerek onlara özgürlük tanıdı. Müslüman olmayan esir kadınlar da bu şekilde evlilikleri kabul ederek onlar da özgür kalıyorlardı. Olaya bir de bu yönden bakmakta fayda var.

Böyle bir giriş yaparak asıl söylemek istediğim konuya gelmek istiyorum. Allah’ın ‘gizli dost tutmama hükmü’ hem Müslüman kadın ve hem Müslüman erkek için geçerlidir. Kadınların, özellikle Mümin kadınların gizli dost tutmaları (en başta nesil emniyeti için gizlice buluşup birlikte yaşaması) söz konusu bile olamaz, apaçık zina hükmüne girer. Bugünkü yasalarda erkekler için bir boşluk var, özellikle erkekler gizli dost tutarak ve kendilerine ayrı bir ev açarak dilediği gibi yaşamaktadırlar.

İMAM NİKÂHI DİYE BİR ŞEY YOKTUR?!

İslâm Devletinde Evlilikler/Nikâh Kıymalar adı farklı olmakla birlikte bugünkü gibi Kurumsallaştırılmış Nikâh Daireleri, Evlendirme Memurluğu gibi kurumlar vardı. Bugünkü Medeni diye bilinen devletlerin kanunları/yasaları İslâm Medeniyetinden esinlenmişler. Bugün geçerli olan tek Nikâh; Resmi Nikâhtır, çünkü kadınları güvence altına alan ancak bu Nikâhtır?!

İyi güzel de İmam/Hoca Nikâhı nereden çıktı?! Şöyle düşünün: Bir kolaylık olsun diye ta Osmanlı Döneminde ve hatta ondan önceki bütün İslâm diye bilinen topraklarda uygulanagelen bir gelenekti, diyebiliriz. Çünkü devlet ve tabilerinin (halkın/milletin) çoğalması ile böyle bir uygulama/yöntem geliştirmişler. Ancak öyle adaylar gelip, yanlarında da şahit getirip: Bir cami imamının ya da bir alimin karşısına oturup, evlilik akitlerinin tamamlanması sonucu oradan ayrılıp gitmeleri ile sonlanan bir merasim değildi?! İllâ ki kayıt altına alınıyordu. Erkeğin eşi için söz verdiği mihri (evlilik hediyesi) kayıt altına alınıyordu ve Devletin ilgili Kurumuna iletiliyordu ki; kadının evlilik hukukundan kaynaklanan hakları (miras hukuku) vs. güvence altına alınıyordu. Öyle laf ile olan bir eylem değildi.

Bugün de aynı şekilde olmuyor mu?! Eskiden böyle olmuyordu; kim Mahallede evlenmeye kalksa ya da dediğimiz gibi bir kadını ya da genç bir kızı ikinci eşi olarak almaya kalksa gidip imama nikâh kıydırıyorlardı. İmamın o kişinin ilk mi, ikinci mi, üçüncü mü, dördüncü mü evliliği olduğu sormuyordu bile?!

Şimdi öyle mi; hayır?! Çünkü bir yasayla devlet bu olayların önüne geçti. İmamların nikâh kıymalarını yasakladı. Böyle bir olaya girişen imamlara ceza-i müeyyideler uygulamaya bile başladı.

Sonra neyi resmileştirdi?! Belediyelerin görevlerinden olan Evlendirme Memurlukları zaten bu işlevi görüyorlardı. Bugün Mahalle Muhtarlarına da Nikah Kıyma Görevleri verdi, aynı zamanda Müftülere de?! Ancak bunlar; kişiler Evlendirme Memurluklarına başvuruyorlar, haklarında araştırmalar yapılıyor, kişiler evli mi, bekâr mı vs. Evlenmelerinde bir engel teşkil olmadığı ortaya çıkınca; Muhtarlar ve Müftüler konuyla ilgili bilgilendiriliyor, sonra nikâhları kıyılıyor?!

Onun için yine maalesef diyorum, bugün yasadışı evlilikler/birliktelikler, Müslümanım diyen erkekler de işin kolayını imam nikâhı kıyarak bulmuşlardı?! Diyanet/Devlet bu olaya yasak getirdi. Ancak dini bilgisi olan birini bulup yine nikâh kıydırılıyor?! İster dindar, ister dindar olmayan erkeklerin bu durumlarına aşağıda bir çözüm önerisi sunuyorum Devlete?!

Yeni Anayasa hazırlıkları var biliyorsunuz. Kanun hükmünde bir kararname olarak ilgili mercie dosya halinde sundum, inşaallah kaale/dikkate alırlar?!

Bu konuda da kadınların güvence altına alınması zorunludur.

Nikâh kimdeyse o kadın mirastan yararlanıyor. İkinci, üçüncü, dördüncü vs. evlilik yapanlar Noter’den sözleşme yaparak kadınların bu Miras hakları güvence altına alınmalı. İllâ birden fazla evliliğe ihtiyaç duyanlar bugün asla serbest/bu anlamda özgür bırakılmamalı.

Durumu iyi olanlar, savaşlarda çocuklarıyla ortada kalmış, gerek kendi ülkesinde gerekse dünya ülkelerinde bir şekilde dul kalmış, ihtiyaç sahibi, eşinden ayrılmış, dul ve çocuklu kadınların geçimlerini üstlenmek üzere Noter’den nikâh kıyılabilmeli, yani; kadının hakları Noter’de şahitler huzurunda kayıt altına alınmalı, diye düşünüyorum.

Yani ilk eşi, kocasının böyle bir evlilik yaptığını bildiğinde muhtemelen bu duruma (böyle bir birlikteliğe) razı olabilir. Hani bugün bazı insanlar birden fazla çocuğa burs veriyor, okutuyor, bakımlarını, geçimlerini üstleniyor ya?! Bunun gibi; birden fazla çocuklu kadının ya da kadınların: Geçimlerini, o kadının çocuklarının eğitim de dahil birtakım ihtiyaçları karşılamak üzere kıyılan nikah ve yapılan evlilikler İLKK EŞİN bence destekleyeceği bir konu olabilir. Maalesef bugün ikinci, üçüncü kadın ile evlilik böylesine ulvi bir konu ile ilgili değil; cinsi münasebet konusu ağır basmakta. O kişiye (kadına) olan ilgisi zamanla zayıfladığında/bittiğinde hemen bir başkası aranmaktadır. Bu durumda kadınlar maalesef ortada kalmaktadır, zulme uğramaktadır.

Nisa 26

ALLAH size (hükümlerini) açıklamak, size sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah bilen ve doğru hüküm / isâbetli karar verendir.

Nisa 27

Allah sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise, sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar.

Nisa 28

Allah sizden (yüklerinizi) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.

Nisa 29

EY İMAN EDENLER! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka! Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.

Nisa 30

Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu Allah’a pek kolaydır.

Nisa 31

Eğer; size yasaklanan(günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.

Nisa 32

Allah’ın kiminizi kiminizden, (kabiliyetçe) farklı[1] kıldığı şeyleri arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan O’nun lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah herşeyi hakkıyla bilendir.

______________________
[1] Kelimenin “faddale” şeklindeki kullanımlarında ise “sahip olunan, mal, mülk, imkan gibi farklı şey” anlamında kullanılıyor. İsra Suresinin 21. ayeti buna güzel bir örnektir. Erkeklerin üstünlüğüne delil olarak aktarılan ayette de aynı kullanımın bulunduğunu ifade edelim.

Bir de ALLAH’ın bazınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri (ma FADDALE Allahu bihi ba’dukum ala ba’din) istemeyin. Erkeklere çalışmalarından bir pay, kadınlara da çalışmalarından bir pay vardır.

Nisa 33

(Erkek ve kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından (pay alan) varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı (ahitleştiğiniz) kimselere de kendi hisselerini verin. Şüphesiz Allah herşeye şahittir.

Nisa 34

İYİ ADAMLAR / KİMSELER; kadınlarını koruyup kollamakla görevlidirler. Bu, Allah’ın her birine diğerinde olmayan farklı kabiliyet / özellik vermesi[1] ve erkeklerin mallarından (eşleri için) harcamaları[2] sebebiyledir. (Allah’a itaat edip korkan) kadınlar (ve erkekler), Allah’a içten itaat edip boyun eğen[*] ve Allah’ın korumasına karşılık[3] kimse görmezken (yalnızken) de[4] kendilerini (erkek ve kadın olarak her türlü fahşadan / fuhşiyattan) özenle koruyanlardır. Ayrılmasından[5] (sizden ayrılıp gitmesinden) korktuğunuz / endişe ettiğiniz kadınlarınıza gönül alıcı sözler söyleyin, yatakta onlarla aranıza mesafe koyun / onlara sokulmayın / yatakta onlardan uzaklaşın[6] ve onları rahat bırakın[7]. Sizi gönülden kabul ederlerse[8] onlara karşı başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah tek yüce olandır, tek büyük olandır.

______________________
[1] Bazı konularda erkekler, bazı konularda da kadınlar üstündür. Bu farktan dolayı biri diğerinin eksiğini tamamlar. Bu sebeple taraflardan biri diğerine özenmemelidir.

[2] Mehir sorumluluğu ve aileyi geçindirme sorumluluğu (Bakara 2/233Nisa 4/424Talak 65/6).

[*] Burada kadının erkeğine / kocasına itaat meselesi yoktur, kadın-erkek her ikisinin de Allah’a itaatleri söz konusudur. Her ikisi de gizlide namuslarını koruyanlardır, korumak durumundadırlar. Yalnızca kadına has bir mesele değildir. En doğrusunu Allah bilir. Aynı şeyi erkek te yapabilir, kadın kocasının kendisini terkedip gitmesinden (boşamak istemesinden) çekinip/korkup aynı önlemleri alabilir: Dolayısıyla o zaman da KADIN ayetteki SÜRECİ takip edecektir. Ayet erkek ve kadına hitabeder; “vadrıbûhunne” kelimesi ise dövme ile ilgili değil: Yatakları ayırma değil yatakta ayrılma, yani birbirlerine sokulmama ve hatta aralırnda bir düzelme olmazsa boşanmaya kadar varan bir süreçtir. Kelimelerin incelenmesi ve detay bilgiler aşağıdadır.

[3] Allah’ın kadını koruması, kadının zina ettiğini iddia eden kişinin 4 şahit getirme zorunluluğu (Nisa 4/15, Nur 24/4, 6, 13), evi geçindirme sorumluluğunun erkeğe ait olması, kadının evlilik ve boşanma hukukunun mehir ile maddi güvence altına alınmış olmasıdır (Bakara 2/229, Nisa 4/2021).

[4] “Kimse görmezken” anlamı verdiğimiz kelime (li’l-ğayb= للغيب)‘dır, (fî’l-ğayb = في الغيب) takdirindedir. Gayb, “beş duyuyla algılanamayan” şey için kullanılır. Görülmeyen, duyulmayan yani şahit olunmayan şey insanlar için gaybdır.  Kadınların zina suçunun sabit olması için dört şahit aranır (Nisa 4/15). Demek ki ayette “lil gayb” ifadesiyle, şahitlerin olmadığı durumdan bahsedilmektedir. Kötü kadınlar bunu fırsat bilip ahlaksızlık yapabilirler. Ama iyi kadınlar, Allah’a içten boyun eğdikleri için bunlardan uzak dururlar.

[5] “Ayrılma” anlamı verdiğimiz kelime (nüşûz =نُشُوزً)’dur. Kalkıp gideceği zaman kişinin oturduğu yerden hafifçe kalkması anlamındadır (el-Ayn). Bir ayet şöyledir: “Ey inanıp güvenenler! Size toplantılarda “Yer açın!” denince yer açın ki Allah da size yer açsın. “Nüşûz edin = Kalkın!” denince de kalkın ki Allah, içinizden inanıp güvenenler ile kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızın iç yüzünü bilir.” (Mücadele 58/11). Nüşuz kelimesi koca için kullanılınca “eşini terk etmesi yani boşaması” anlamına gelir. İlgili ayet şöyledir: “Bir kadın, kocasının nüşûzundan / ayrılmasından veya yüz çevirmesinden / terkedip gitmesinden korkarsa aralarında uzlaşmaları, ikisine de günah olmaz. Uzlaşmak iyidir. Nefisler doyumsuzluğa yatkın kılınmıştır. Eğer iyi davranır ve Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakınırsanız bilin ki Allah, yaptığınız şeylerin iç yüzünü bilir.” (Nisa 4/128). Durum böyle olduğu için nüşuz kelimesi, bu ayette de zorunlu olarak “kadının eşini terk etmesi, boşanıp gitmesi” anlamında kullanılmış olacaktır.

[6] Erkeğin yatakta eşini yalnız bırakması, hem kadının kararını gözden geçirmesini sağlar hem de ayrılmak istediği kocadan hamile kalmasını engeller. Bu süre içinde erkek, eşini evden uzaklaştıramaz. Kadının evden ayrılmaması, sadece kadının değil, erkeğin boşamasında da uygulanan bir kuraldır (Talak 65/1).

[7] “Rahat bırakma” anlamı verdiğimiz (darb =ضرب) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bir şeyin üstüne vurma veya sabitlemedir (Müfredat). Hemen hemen her iş için kullanılan bu fiilin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre değişir (el-Ayn). Burada kelimeye, erkeğin yatağı terk etmesinden sonra eşini boşanma olmaksızın bırakması, daha güzel bir ifade ile eşi kesin kararını verene kadar onu, rahatsız etmemesi ve evden çıkarmaması anlamını vermek gerekir. Çünkü kadının ayrılma yetkisini kullanmaktan vazgeçmesi ancak kendi hür iradesiyle gerçekleşebilir. Bunu ayetin takip eden bölümü gösterir.

[8] “Gönülden kabul etme” itaatın Arap dilindeki sözlük anlamıdır. Zıddı ikrahtır (Müfredat). Bir işi dayak sonucu yapmak ikrâh altında yapmaktır. İkrahın dinimizde yeri yoktur (Bakara 2/256).“Onları darb edin” emrinden sonra gelen “size itaat ederlerse” ifadesi, darb kelimesine dayak anlamı vermeyi imkânsız hale getirir. Ona verilebilecek tek anlam, ayrılmak isteyen kadını evinde bırakmak, zorla çıkarmamak olur. Çünkü Allah Teâlâ, kadınlara da erkekler gibi eşinden ayrılma hakkı tanımıştır (Bakara 2/229).

Nisa 35

Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf düzeltmek isterlerse, Allah da onların uzlaşmasına izin verir. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.

Nisa 36

ALLAH’a kul olun ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.

Nisa 37

Bunlar (kibirlenen ve övünenler) cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.

Nisa 38

Bunlar mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa o ne kötü arkadaştır.

Nisa 39

Bunlar Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın yarattığı rızıktan (gösterişsiz olarak) harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah onları en iyi bilendir.

Nisa 40

Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulmetmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa, onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir ödül verir.

Nisa 41

Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hali nice olacak!..

Nisa 42

O kıyâmet günü Allah’ı inkâr edip Rasûl’e isyan edenler, yer yarılıp içine girmiş olmayı isterler ve Allah’tan gelen hiçbir hadisi sözü gizleyemezler.

Nisa 43

EY İMAN EDENLER! Salâtı ikâme etmeden / namazı kılmadan önce gerekli yerleri (size öğrettiğimiz / söylediğimiz / işâret ettiğimiz organları) yıkayın / abdestinizi alın (yani sukera [sarhoşluk durumunda] / sekerat hâlinde iken [kendinizden geçmiş bir vaziyetteyken] araç kullanmayın, kamu ve toplumsal alanlara -mescit ve cami gibi yerlere- girmeyin,[1] tâ ki ne dediğinizi bilmez bir hâlden -sarhoşluktan- kurtulunca araç kullanabilir, toplumsal alanlara -mescit ve camilere- girebilirsiniz) ve bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp olduğunuzda yıkandıktan / boy abdesti aldıktan -tamamen yıktandıktan- sonra (mescit ve camilere girerek salâtı / namazı) kılın / ikâme edin / namaz ibadetinizi yerine getirin! Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle birlikte olup / münasebette bulunur yeteri miktarda su bulamazsanız, o zaman az bir miktar su ile abdest organlarınızı meshedin / suyla sıvazlayın / ya da hiç su bulamazsanız[2] temiz bir toprağa yönelip (onunla ilgili organları sıvazlayarak / teyemmüm ederek) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (böylece her türlü olumsuz, negatif enerjiden kurtulur ve Rabbinize tertemiz yönelmiş olursunuz). Şüphesiz Allah; çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

______________________
[1] Tarihi vesikalara, kaynaklara bakıldığında: Kur’an vahyediliyorken inanan insanlardan bazıları cahiliyeden kalma bir alışkanlık olup aklı baştan alıcı (aklı uyuşturucu / sarhoş edici) şeyler kullanıyorlardı. İçki ve sarhoş edici (aklı baştan alıcı, aklı uyuşturucu her türlü) şeylerin yasaklanmasıyla ellerindeki bu sarhoş edici ürünleri imha ettiler. Dolayısıyla bu ayette vurgulanan / işaret edilen olay, yasak gelmeden önce vuku bulan şeylerdendi. Biz biraz daha farklı açılardan bakarak ayeti okumaya çalıştık. Çünkü bu sukera kelimesi Kur’an’da pek çok farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Örneğin; bir insana ölüm sarhoşluğu geldiğinde ya da ölüm sarhoşluğuna, hani o baygınlık hâline yakalandığında da aynı kelimenin farklı bir türevi geçer. Bu durum halk arasında ölüm anında çekilecek olan acılara bağlı olarak bir baygınlık geçirilmesi durumu olarak ifâde edilmektedir. Sekâret-ı mevt kelimesinin kısaltması olarak sekerat kelimesi kullanılmaktadır. Sekerat ölüm anında gerçekleşmekte olan bir baygınlık hali olarak ifade edilebilir.

Yüce Rabbimiz en doğrusunu bilir, diyerek her iki anlamı da içerdiğini anlasak ta hiçbir sıkıntı olmaz. Sabah uyandığımızda da o sarhoşluğu yaşarız (ne dediğimizi bilmez bir hâlde olduğumuzu biliriz). Ya da gün içerisinde çok ağır işler yapıp aşırı yorgunluk hâlimizde de aynı durumu yaşarız. Böyle durumlarda Salât / Namaz için ayağa kalktığımızda önce abdest alarak o hâlden kurtulmamız gerektiğini de anlarsak, dediğimiz gibi bir sıkıntı olmaz. Zaten haydi o gün diyelim ki, aklı baştan alıcıları (alkol vs) alan insanlar için öyle bir durumda iken Namaza yaklaşmayın, şeklinde anlaşılsa da bugün de hem alkol alıp, hem de Namaz kılan insanlar yok mu, var elbette; onlar bu ayeti okuduğunda Allah’ın bu emrine uymaları kendi yararlarına olur, diye düşünüyoruz.

[2] Bu ve benzerliği / bağlantısı olan Maide 6‘ncı Ayeti hem Dipnot ile daha geniş açıklamaya ve hem de PARANTEZLERLE açmaya ihtiyaç duyduğumuz ayetlerden olduğu için biraz da burada üzerinde durmamız gerekiyor. Aynıca zamanda PARANTEZLERİ Bold / Siyah İtalik karakterde verdik, farkın farkedilip farkına varılması için?!

Ayeti okuduğumuzda öncelikle ilk aklımıza gelen ABDEST meselesidir daha sonra da “su bulamadığınızda” diye anlamlandırılan ve TOPRAĞA TEYEMMÜM diye verilen manâdır. Toprağa her iki elimizi sürerek ilgili yerleri sıvazlamak / ilgili yerlere sürmek / ilgili yerleri meshetmek olarak tanımlanır teyemmüm. Ancak bize göre orada tamamen susuzluğa işaret yoktur; istediğiniz miktarda, yeteri miktarda su bulamadığınızda diye çevirmek daha uygundur. Ancak az miktarda bir avuç kadar da su olsa teyemmüm yapılır.

Aslında teyemmümün asıl anlamı bu ayette verilen az miktarda suyla ilgili organları meshetmek / sıvazlamaktır. Tabi bugün insanların aklına: SU OLMAYAN BİR YER OLUR MU?! gibi böyle bir soru gelebilir.

Evet arkadaşlar, su bulamadığımız yerler de olabilir?!

Ben başıma gelen bir olaya değineyim: 70’li yılların sonunda ve 80 ihtilâlinden sonra o dönem işte 20’li yaşlardayız ve Kur’an Tebliği yapıyoruz yaşadığımız şehirde ve o zaman 68 vilâyet olan Ülkemizin çeşitli vilâyetlerine hafta sonları (işimizden arta kalan zamanlarda) TEBLİĞE (halkı Kur’an ile uyarmaya) çıkıyordum. Tabi bu tebliğimizden rahatsız olan insanlar güvenlik güçlerini arayarak bizi kapıp götürmelerine vesile oluyorlardı. O dönem İKTİDAR malûm Kenan Paşa. Ondan önceki dönemi anlatmama hiç gerek bile yok, biz emsâl insanlar bilir: 80 öncesi (halk diliyle) ANARŞİK bir ortamda. Hergün onlarca kişi Sağcısı, Solcusu ve İslâmcısı katlediliyordu?! Deniz olmayan Vilâyetlerde otobüslerde, dolmuşlarda; Deniz olan vilâyetlerimizde de otobüs ve dolmuşlarda olmakla birlikte Vapurlarda da TEBLİĞ ediyorduk.

Bir gün Otobüsteyim ve yanımda oturan kişiyle hoş sohbet edip tanıştıktan sonra (genelde girişi böyle yapardım, önce bir BAĞ kurardım kişiyle sonra konuyu illa: YARATILIŞ GAYEMİZE, ÖLÜP HESAP VERECEĞİMİZE getirip mesaj verirdim kısa yolculuğumuzda ve ANLADIĞI DİLDE BİR KUR’AN MEALİ alıp okumalarını önererek ayrılırdım (eğer yanımda benim okuduğum Meal dışında fazladan bir iki Meal bulundururdum Süleyman ATEŞ Hocamızın illa onu hediye ederek, yoksa KENDİ OKUDĞUM MEALİ hediye ederek o kişiyle vedâlaşırdım, o zamanlar bizim Mealimiz yoktu tabi; Biz 2006’da ilk Baskısını yaptık).

Otobüste TEBLİĞ yapıyorken yine yanımda bulunan bir kişiye ama ben Tebliğe başlar başlamaz yakınımızda oturan veya ayakta duran onlarca kişi BANA KULAK VERİRDİ ve ben bunu görür SESİMİ biraz daha yükseltirdim ki, onları da içine alan KUŞATICI bir sunum yapardım. Her zaman bu sistem çalışmıştı yani işe yaramıştı. O kitabın adını biz de alabilir miyiz, diyerek talepte bulunmuşlardır.

Yine günlerden bir gün işte tebliğ sırasında onların içinde biri dedi ki: Kardeşim, utanmıyor musun böyle yüksek sesle Ayet okumaya diye çıkıştı. Ben de neden utanayım dedim. O: Belki buradaki insanların içinden CÜNÜP olanlar vardır, her sen ve hem de bu insanları günaha sokuyorsun, diye yüksek sesle çıkıştı. Ben de: İYİ YA, İŞTE ALLAH’IN KİTABI KUR’AN GELDİ Kİ, İNSANLAR CÜNÜPLERSE ARINIP TEMİZLENSİNLER BİLGİSİNİ VERİYOR, gidip temizlenirler öyle değil mi?! dedimse de o vatandaş bir türlü susmadı. Ancak pek çok kişinin yüz hatlarına baktığımda benim söylemimden de çok mutluydular. Bu vatandaş Kaptana / Otobüs şoförüne seslenerek: KAPTAN EN YAKIN KARAKOLA ÇEK, TÜM KAPILARI KAPAT KİMSE İNMESİN dedi. Meğer beyfendi Polismiş?! O dönem 70’li ve 80’li yıllar çok sıkıntılı dönemlerdi.

Allah’a, Kitaba, Peygamberimize düşmanlık yapan memurlar çoğunluktaydı maalesef.

Tabi bu benzeri olaylarla her an karşı karşıya kalıyordum. Tebliğ çalışmasını da bu vb. olaylar bırakın terketmeyi daha bir sıkı sıkıya sarılmama vesile oluyordu. Şükürler olsun o gün bugündür çalışmalarımızı hiç bırakmadık ve artık bugün: TEBLİĞ FAALİYETİNİ GERÇEK SAHİBİNE BIRAKTIK, KUR’AN’A VE KUR’AN MEALİMİZE… Çünkü Kur’an’dan daha güzel TEBLİĞ yapanı görmedim…

Bugün Yüce Rabbime sonsuz şükürler olsun ki: YÜZBİNLER SAYFAMIZI İNCELİYOR VE KUR’AN MEALİ SİTEMİZİ TAKİP EDİYOR VE HATTA CEP TELEFON UYGULAMALARINI HEM ANDROİD VE HEM DE İPHONE’LARINA İNDİRİYOR!

Bu olayı anlatmadan geçemedim… Peki ne diye anlattım: Pek çok kereler Karakola götürülüp oradan da o Vilayetin Emniyet Müdürlüğüne SORGULANMAK üzere gönderiliyorduk. İşte gerek Karakolda ve gerekse Emniyette HÜCREYE tıkıyorlardı. Namaz vakti geldiğinde: Abdest alabilir miyim, dediğimde inançsız biri varsa orada Nöbetçi asla izin vermiyordu. Ben de DUVARA dokunarak / duvardaki toprağı meshedeke iki elimle ABDEST alıp Namaza duruyordum, işte bunu anlatmak için dile getirdim. SU BULAMADIĞIMIZ BUNUN GİBİ PEK ÇOK DURUM OLMUŞTUR!

Nisa 44

KENDİLERİNE Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.

Nisa 45

Allah size düşmanlık yapanları çok daha iyi bilir. Allah dost olarak yeter. Allah yardımcı olarak da yeter.

Nisa 46

(Kur’an’ın indirildiği sırada) Yahudi mezhebi mensubuyum diyenlerden öyleleri var ki; (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve fanatiklik yaparak; “İşittik karşı geldik”, “İşit işitmez olası!” “Ra’ina” derler. Halbuki onlar; “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah gerçeği anlayıp gizlemeleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir (azarlamıştır). Gerçekleri gizlemeleri yüzünden birçokları iman etmiyorlar.

______________________
YAHUDİLİK ~ Musa as.’ın arkasından gidenlerin dini değil, gitmeyenlerin dinidir.

HRİSTİYANLIK ~ İsa as.’ın arkasından gidenlerin dini değil, gitmeyenlerin dinidir.

SÜNNİLİK-ŞİİLİK ~ Muhammed as.’ın arkasından gidenlerin inancı değil, İslam adına sonraları oluşturulan bir inançtır. Allah’a ve Rasûlüne rağmen oluşturulmuş ve gerçekte onların DİNİ / YAŞAM BİÇİMİ olmuştur.

Nisa 47

EY KENDİLERİNE kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut cumartesi halkını lânetlediğimiz gibi onları da lânetlemeden; yanınızdakini tasdik edici / doğrulayıcı olarak indirdiğimize / aktardığımıza / anlattığımıza (yani bu Kitaba)[1] iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.

______________________
[1] Buradan yanınızdakileri bu Kitap ile doğrulatın, sonra da kendi Kitabınıza uyun anlamı çıkarılmamalı; ayet gayet açık ve nettir: İndirdiğimiz Kur’an, sizlerin yanındaki bulunanı doğrulayıcı olarak gelmiştir ve siz yanınızdaki Kitap ya da Kitaplar doğru da olsa, yanlış ta olsa en son gelmiş olan: BU KİTABA / KUR’AN’A İMAN EDİN, olarak bu vb. bütün ayetler bu şekilde anlaşılmalıdır.

Nisa 48

ŞÜPHESİZ Allah, kendisine ortak / şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan[günah]ları ise, dilediği (bağışlanmayı hak eden) kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.

Nisa 49

KENDİLERİNİ temize çıkaranları görmedin mi? Hayır Allah dilediğini (suçsuz kimseyi) temize çıkarır ve kendilerine zerre kadar zulmedilmez.

Nisa 50

Bak, Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.