Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla.

Ahzab 1

EY NEBİ! Allah’a karşı gelmekten sakın. Kâfirlere (gerçekleri görüp bildikleri hâlde kabul etmeyenlere) ve münafıklara (iktidar, mal vb. nedenlerle Allah’a teslim olmuş gibi görünenlere) boyun eğme / itaat etme! Şüphesiz Allah; bilen ve doğru hüküm / isâbetli karar verendir.

Ahzab 2

Rabbinden sana vahyolunana tabi ol. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Ahzab 3

Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.

Ahzab 4

ALLAH (iki ayakları üzere duran) hiç kimsenin[*] içine iki kalp koymamıştır. Kendilerine zıhar[**] yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. Yine evlâtlıklarınızı da öz çocuklarınız kılmamıştır. Bu sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekle ilgisi olmayan iddialarınızdan olan) sözlerinizdir. Allah gerçeği söyler ve doğru yolu gösterir.

______________________
[*]  ‘liraculin’ kelimesinin karşılığı burada adam / adamlar değil, iki ayakları üzere duran kimse anlamında gelmiştir, diye düşünüyoruz. Aynı zamanda rical olarak gelmesi, ikinci kalbini (yani eşini) bulması, bir kişi tek başına mutlu olamaz, illa ki farklı bir kalbe / kimseye ihtiyaç duyar, şeklinde de ele alınabilir.

[**]  Kur’an Muhammed as. gönderilmeden ve Nebi olarak Muhammed as. seçilmeden önce, yani; Cahiliye Döneminde erkekler hanımlarına öfkelendiği vakit: “Sen artık benim annem gibisin” derlerdi. Anneleri eş edinmek HARAM / YASAK olduğu için; “Sen de bana artık haramsın / yasaksın” demek isterlerdi. Bu tür sözler söyleyene ZIHAR yaptı denilirdi.

Ahzab 5

Onları babalarına nispet ederek çağırın. Bu, Allah katında daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata ile yaptığınız bir işte size hiçbir günah yoktur. Fakat kasten yaptığınız şeylerde size günah vardır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Ahzab 6

Nebi müminlere kendi canlarından daha ileridir. Onun eşleri de müminlerin analarıdır. Aralarında akrabalık bağı olanlar Allah’ın kitabına göre (miras konusunda) birbirleri için (diğer) müminlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız başka! Bu (hüküm) Kitab’a yazılmıştır.

Ahzab 7

HANİ Biz nebilerden sağlam söz almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa’dan da! Evet Biz, onlardan sağlam bir söz almıştık.

Ahzab 8

Doğru olanlara doğruluklarından ve sadakatlerinden sormak için. Kâfirlere de çok acıklı bir azap hazırlamıştır.

Ahzab 9

EY İMAN EDENLER! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular(ı) üzerinize gelmişti de, Biz onların üzerine bir rüzgar ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.

Ahzab 10

Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.

Ahzab 11

İşte orada müminler açığa çıkarıldılar ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar.

Ahzab 12

HANİ münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar: “Allah ve Rasûlü bize ancak aldatmak için vaatte bulunmuşlar” diyorlardı.

Ahzab 13

Hani onlardan bir grup: “Ey Yesrib (Medine) halkı! Artık burada tutunamazsınız. Haydi geri dönün” demişti. Onlardan bir başka grup da: “Evlerimiz açık (korumasız)” diyerek, Nebi’den izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.

Ahzab 14

Eğer Medine’nin her tarafından üzerlerine gelinse ve orada karışıklık çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi.

Ahzab 15

Andolsun ki; onlar daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir.

Ahzab 16

De ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile, (hayatın zevklerinden) pek az süre yararlanabilirsiniz.”

Ahzab 17

De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilese/isabet ettirse, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?” Onlar kendilerine Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.

Ahzab 18

Şüphesiz Allah, içinizden (insanları) engelleyenleri ve kardeşlerine: “Bize gelin” diyenleri biliyor. Onlar ülkelerini savunmak için savaşa ancak pek az gelirler.

Ahzab 19

(Gelseler bile) size karşı pek cimriler olarak (gelirler). Korku geldiğinde ise, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi, gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince de ganimete karşı aşırı düşkünlük göstererek sizi keskin dillerle incitirler. İşte onlar iman etmediler. Allah da onların yaptıklarını boşa çıkardı. Bu Allah’a kolaydır.

Ahzab 20

Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki; (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da, size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.

Ahzab 21

ANDOLSUN, Allah’ın Rasûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.

Ahzab 22

Müminler düşman birliklerini görünce: “İşte bu Allah’ın ve Rasûlünün bize vadettiği şeydir. Allah ve Rasûlü doğru söylemişlerdir” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini arttırmıştır.

Ahzab 23

Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı, verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.

Ahzab 24

Bunun böyle olması Allah’ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle ödüllendirmesi, dilerse (suç işleyen) münafıklara azap etmesi veya onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Ahzab 25

ALLAH inkâr edenleri hiçbir hayra ulaşmaksızın, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah savaşta müminlere kafi geldi. Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

Ahzab 26

Allah kitap ehlinden olup, müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların (size saldıranların) bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz.

Ahzab 27

Allah sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah herşeye hakkıyla gücü yetendir.

Ahzab 28

EY NEBİ! Bakımlarını / geçimliklerini / sorumluluklarını üstlenip ailene kattığın kişilere de ki: “Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız hakedişinizi / bugüne kadar verdiğiniz hizmetlerin karşığılını / tazminatınızı gelin size (tastamam) vereyim ve sizi güzellikle sorumluluğum altında tutmaktan salıvereyim / özgür bırakayım.”

Ahzab 29

“Eğer Allah’ı, Rasûlünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız; Bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir ödül hazırlamıştır.”

Ahzab 30

Ey Nebi’nin sorumluluklarını / geçimliklerini üstlenerek ehlinin / ailesinin arasına katıp kanatları altında tuttuğu kadınlar! İçinizden (Nebi’ye) kim çirkin davranışlarda bulunursa, onun karşılığı iki kat azabtır! Bu Allah’a göre kolaydır.

Ahzab 31

İçinizden kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder ve salih ameli / faydalı bir işi en iyi şekilde (dürüstçe) yaparsa, ona ödülünü iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.

Ahzab 32

Ey Nebi’nin (bakımlarını / geçimlerini / sorumluluklarını üstlenerek ehlinin / ailesinin arasına katıp) koruması / kanatları altında tuttuğu kadınlar! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız (başkaları ile konuşurken) sözlerinize ve davranışlarınıza dikkat edin ki, kalbinde hastalık (kötü niyetle meyletme) olan kimse ümide kapılmasın. Sözü uygun tarzda (kelimeleri eğip bükmeden) söyleyin.

Ahzab 33

Evlerinizde karar kılın / kalmayı tercih edin / eğer Rasûle yardımcı olmak istiyorsanız (zekât vermek için) evlerinizden çalışıp üretin. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, (çalışıp kazandıklarınızdan) zekâtı verin. Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Ey ev halkından / ailesinden olanlar (bakımlarını / sorumluluklarını üstlendiği kadınlar); Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

______________________
[*]

Ahzab 34

Siz evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti (öğrendiğiniz faydalı bilgileri) hatırlayın / başkalarına da (evlerinizden çıkmadan sizi ziyarete gelenlere eğitim vererek) öğretin. Şüphesiz Allah en gizli şeyi bilendir, hakkıyla haberdardır.

Ahzab 35

ŞÜPHESİZ müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar; (Allah’a) itaatkar erkeklerle, (Allah’a) itaatkar kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar; sabreden erkeklerle sabreden kadınlar; Allah’a derinden saygı duyan erkeklerle Allah’a derinden saygı duyan kadınlar; sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar; oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar; iffetlerini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlar; Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya; işte onlar için Allah, bağışlama ve büyük bir ödül hazırlamıştır.

Ahzab 36

ALLAH bir konuda karar vermiş ve Rasûlü de bu kararı ilgililere ilettiğinde (bütün müminleri ilgilendiren evlilik gibi konularda) hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için ayrı ayrı hareket etmeleri söz konusu olamaz. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, elbette o; apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.

Ahzab 37

(BİR misal / örnekleme ile şu olayı sana anlatarak demiştik ki); hani sen (Ey Muhammed), Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine Allah’ın nimetinden ikrâm ederek iyilikte bulunduğun kişiye şöyle diyordun: “(İşte o kişi, haklarında yayılan dedikodulardan bunalarak hanımını boşamak için sana baş vurduğunda / sana geldiğinde sen): “Eşini / hanımını nikâhında tut / sakın boşama, Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakın! İnsanlar[ın dedikoduların]dan çekinerek Allah’ın (seninle hanımının arasında yaşanılan sıkıntıları) açığa vuracağı / ortaya çıkaracağı şeyi kendi içinde saklı tutmasan iyi olur![1] Oysa Allah; kendisinden çekinmene / korkmana[2] çok daha lâyıktır! (Ey Zeyd) artık ona / hanımına karşı olan içinde sakladığın tutkunu (Allah ta evliliğini sürdürmeyi dileyip) ziyâdesiyle (zeydun) / fazlasıyla (bu isteğini fevkalâde doğru bulup) desteklemektedir! (Hatırla ki; Muhammed olarak, nikâh için hanımınla bana geldiğinizde) biz de onu seninle evlendirmiştik / (sevdiğin kadını) sana nikâhlamıştık ki, (Allah’ın izniyle senin örnekliğinde bunun gibi başka olaylarla karşılaşan) müminler üzerine bir güçlük / sıkıntı olmasın”. (Verdiğimiz bu örnek olayla, senin hanımını boşama sözün yerini bulsun için) Allah’ın emri yerine getirilmiştir.

______________________
[1]  Bu ayeti Tarihi Vesikalar ve Hadis Kaynaklarında geçen olaylarla / kişilerle okursak hata ederiz, diye düşünüyorum; en başta konuya girmeden bunu dile getirmek durumundaydım.

ZEYDUN = Bu ayette zeydun bir şeyin ziyâdesiyle / ziyâde olması anlamındadır. Rivayetlerle insanların beynini meşgul edenler bunu Zeyd isminde özel isim yaparlar. Kur’an’ın rivayetlerle harmanlanması böyle saçmalıklar doğurur.

Zeyd adlı Sahabe olarak ta anılsa bir sıkıntı olmaz, ancak işte (haşâ) Zeyd’in karısında Muhammed as.’ın gözü vardıya getirildiği için biz kabul etmiyoruz. Evlâtlığı olarak anılan genç olduğu için Allah bir ayetinde: O (Muhammed) sizin erkeklerinizden herhangi bir kimsenin babası değildir, (Ahzab 40) Hatta yine Ahzab 5 ‘te: Onları babalarına nispet ederek çağırın, şeklinde gelir. Yani Ahzab 37 ‘de evlâtlığı diye bilinen ve çağrılan ZEYD ‘te olsa, bu şekilde okunsa bizce bir beis yoktur. Dediğimiz gibi; buradan TARİHİ VESİKALARA gidilerek yok onu boşadı da karısını kendisi aldı İFTİRALARINA karşıyız ve bu gibi göndermelere meydan vermemek için DOĞRU ANLAMLANDIRMANIN bizim verdiğimiz şekliyle olabileceğini düşünüyorum. En doğrusunu Allah bilir.

Ahzab 37’de: “Ve hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye şöyle diyordun” ifadesinden sonraki tüm cümleler Rasûlün o kişiye söylediği cümlelerdir. Allah’ın Rasûl’e söylediği cümleler değil.

Dikkat edilirse Allah; “Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine Allah’ın nimetinden ikrâm ederek iyilikte bulunduğun kişiye şöyle diyordun” diye Nebisini bilgilendiriyor?! En başta böyle diyeceğine: “Allah’ın Zeyd’e nimet verdiği ve senin de Zeyd’e Allah’ın nimetinden ikrâm ederek iyilikte bulunduğuna” diye gelmeliydi ayet, lütfen bir düşünün?!

Ahzab 37: “Ve hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye şöyle diyordun: “Eşini yanında tut ve Allah’a takvâlı davran! İnsanlardan çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi (Ey Zeyd sen) kendi içinde saklı tutuyorsun. Oysa Allah, Kendisine haşyet duymana çok daha lâyık. Artık ona karşı olan arzuna ziyadesiyle olur aldığında biz onu seninle evlendirdik ki böylelikle arzuladıkları kişilerle kabul / olur aldıklarında, onlarla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmasın”. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.

“Ed’îyâ” kelimesi evlâtlık anlamına gelmez. DUA kökünden türemiş bu kelime; “Kendisine ait olduğu iddia edilen şey” demektir. İddia etmekte DUA kökünden gelir.

Arapça’da evlatlık (الربيب) el-rebib kelimesidir. Ve bu kelimenin çoğulu olan “rabaib” kelimesi Nisa 23’te geçer.

İçinde saklayan kişi Muhammed as. değil, söz konusu olan genç. Bir genç bir kızı seviyor. Ama toplum bu gencin bu kızla evlenmesine karşı olduğu için genç bu aşkını içinde saklıyor. Nebi Muhammed as. bu gençle konuşuyor ve şöyle diyor:

~ “Sen insanlardan çekinerek bu arzunu neden içinde saklıyorsun, nasıl olsa Allah o arzunu açığa vuracaktır. Sen insanlardan değil Allahtan çekinmelisin ancak. Sevdiğin kız da ona karşı olan arzuna ziyadesiyle olur verdiğine göre sizleri Allah’ın emriyle evlendiriyoruz. Ki bütün müminler bundan ders alsınlar ve her bir kimse arzuladığı kızla, eğer kız da olur verirse evlenmesine engel çıkarılmasın.”

Ayrıca rebib kelimesinin anlamı için klasik sözlüklere bakalım ne diyorlar?

Nisa 23’de Rebib kelimesini üvey kız diye çevirmişler ama klasik sözlükler rebib kelimesi için şunu diyor:

“Rebib” kendisine; “rab” olduğunuz kimse demektir. Kendisine baktığınız kendisini büyüttüğünüz kimsedir rebib.

“Ed’îyâ” kelimesi ise sadece Ahzab 37’de değil Ahzab 4’de de geçer.

Bu kelimenin her iki ayettede anlamı AYNIDIR. “Kendisine ait olduğu iddia edilen şey”.

ed’îyâi-him = Onların kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri / kendine ait olmasını istedikleri şey.

ed’ıyâe-kum = Sizin kendinize ait olduğunu kendinize / iddia ettikleriniz ait olmasını istediğiniz şey.

Ahzap 37’de iddia edilen şey veya istenilen şey = eşler.

Ahzap 4’te iddia edilen şey veya istenilen şey = evlâtlar.

ZEYDUN = Bir şeyin ziyade olması (Türkçemizde de vardır ziyâde olsun) / ziyadesiyle Ahzab 37’deki: “Ve hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin / iyilikte bulunduğun kişiye şöyle diyordun” ifadesinden sonraki tüm cümleler Resulün sözleridir. Resul bir gence seni onunla evlendirdik diyor; Allah, Rasûlüne seni onunla evlendirdik demiyor.

Ahzab 37: «”Ve hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin / iyilikte bulunduğun kişiye şöyle diyordun:

“Eşini yanında tut ve Allah’a takvâlı davran! İnsanlardan çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyorsun. Oysa Allah; kendisine haşyet duymana / korkmana çok daha lâyık. Artık ona karşı olan arzuna ziyadesiyle olur aldığında (Allah’ın Rasûlü olarak) biz onu (o kadını) seninle evlendirdik / sana nikâhladık ki böylelikle arzuladıkları kişilerle kabul / olur aldıklarında, onlarla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmasın”. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.»

Pek çok Meal sahibinin (tamamen yalan ve iftira üzerine kurulmuş olan tarihi vesikalara dayanarak) nasıl işlerine geldiği şekilde Kur’an tercümesi yaptığına yığınla yine kendi tercümelerinden örnekler verilebilir.

Ama en bariz örneği Meallerindeki bazı Arapça kelimeleri Türkçe’ye çevirmeden olduğu gibi bırakmaları değil midir? Bu adamlar neden yığınla arapça kelimeyi Türkçe’ye çevirmeden olduğu gibi bırakırlar?

Kıble, iman, müslim, mümin, cennet, cehennem, hicret ve daha bir çoğu.

İnsanları kendi elleriyle yazdıkları Ciltler dolusu Tefsirlere yönlendirmek için değil mi?

Şimdi şöyle bir şey de var. Geleneksel anlayıştan yola çıkılarak yapılan ateist eleştirisi de saçma, çünkü ayette “evlendirdik” diyor. Yani ayet evlilikten sonra gelmiş / yazılmış demek ki. Muhammed halkın tepkisini önlemek için bu ayeti uydurmuş olsa o zaman “evleneceksin” veya “evlen” olarak emir şeklinde olurdu. Geleneksel anlayışa yapılan eleştiri de yerli yerine oturmuyor.

Ahzab 40. ayet ne diyor? Yalancı değil dediğiniz adamların tercümesine göre? “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirisinin babası değildir” diyor doğru mu?

Bir kimse üvey oğlunun nesidir? Üvey de olsa babası değil midir? Muhammed Zeyd’in neyiydi?

Öyle birşey demiyor ayette. Ayetin mealini biz yukarıda verdik. Ahzab 37: «Ve hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin / iyilikte bulunduğun kişiye şöyle diyordun: “Eşini yanında tut ve Allah’a takvâlı davran! İnsanlardan çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyorsun. Oysa Allah; kendisine haşyet duymana çok daha lâyık. Artık ona karşı olan arzuna ziyadesiyle olur aldığında (Allah Rasûlü olarak) biz onu seninle evlendirdik ki böylelikle arzuladıkları kişilerle kabul/olur aldıklarında, onlarla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmasın”. Allahın emri yerine getirilmiştir.»

Yani eğer Muhammed as. sizin iddia ettiğiniz gibi Zeyd diye bir şahsın üvey babası idiyse, yani öz babası DEĞİL idiyse ayette neden ”MUHAMMED as. sizin adamlarınızdan hiçbir kimsenin VALİDİ (öz babası) değildir denmiyor? Bu yarattığınız çelişkiyi nasıl açıklarsınız?

MUHAMMED sizin adamlarınızdan hiçbir kimsenin EBU’su değildir yazıyor. Bir an için Ahzab 40’ta geçen EBAAA kelimesinin baba olduğunu varsayalım; eğer bu ayette biyolojik baba kastediliyor ise VALİD kelimesi kullanılırdı EBU kelimesi değil. Dolayısıyla bu ayette biyolojik babadan bahsedilmiyor. Biyolojik babadan bahsedilmiyor da üvey babadan bahsediliyorsa; Allah Muhammed sizin adamlarınızdan hiçbirisinin üvey babası değildir diyor sonucu çıkar. Bunu göremiyor musunuz?

[2] Bkz. Ahzab 4-5, 40. Aşağıda bağlantılı ayetler kısmında linkler konulmuştur.

Ahzab 38

Allah’ın kendisine takdir ettiği şeyleri yerine getirip uygulama konusunda Nebi’ye bir sıkıntı yoktur. Daha önce gelip geçen Nebiler hakkında da Allah’ın sünneti/yasası/uygulaması böyledir. Allah’ın emri kesinleşmiş bir hükümdür.

Ahzab 39

Daha önce gelip geçen o Nebiler, Allah’ın vahiylerini tebliğ eden, Allah’tan korkan, başka hiç kimseden korkmayan kimselerdir. Allah hesap görücü olarak yeter.

Ahzab 40

Muhammed, sizin yetişkin erkeklerinizden hiçbirinin babası[1] değildir. Fakat o, Allah’ın Rasûlü ve Nebilerin sonuncusudur.[2] Allah her şeyi bilir.

_____________________
[1] Bu ayet Tarihi Vesikalara baktığımızda Muhammed aleyhisselamın oğulları Kâsım, Abdullah ve İbrahim’in, ergenlik çağına gelmeden öldüklerini gösterir.

[2] Muhammed aleyhisselam, resullerin değil, nebîlerin sonuncusudur. Nebî, kendine kitap ve hikmet verilen kişidir (Al-i imran 3/81). Artık yeni bir nebî gelmeyecek ve yeni bir kitap inmeyecektir. Resul, elçi demektir. KIYÂMETE KADAR TEK ELÇİ VARDIR O DA KUR’AN-I KERİM’DİR! Kur’an’a herhangi bir ilâve veya çıkarma yapmadan, Allah’ın kitabını / âyetlerini, muhatabın anladığı dille tebliğ eden herkes elçilik görevi yapmış olur. Ancak, Allah tarafından seçilmiş Muhammed Rasûlullah ve Kitap’ta adları geçen Rasûller gibi değillerdir, burası karıştırılmasın. “Ben Allah tarafından seçilmiş Rasûlüm / Elçiyim” diyen kim olursa olsun bugün ve gelecekte: ALLAH’A BÜYÜK BİR İFTİRA ATMIŞ OLUR! Kur’an’a herhangi ekleme ve çıkarma yapmadan bu görev kıyâmete / mezardan kalkış gününe kadar Müslim ve Mümin Kullarca devam edecektir. Nebîler, kendilerine inen kitabı tebliğ ile görevli oldukları için her nebî resuldür ama her resul nebî değildir. Bu âyet bunu açıkça göstermektedir.

Ayette geçen ve mühür anlamına gelen “hatem” ifadesi de tasdik ilişkisi açısından büyük öneme sahiptir. Çünkü Tevrat ve İncil’de nebiliğin mühürleneceği bilgisi verilmiştir (Tevrat / Daniel 9:24 ve İncil / Vahiy 22:10).

Ahzab 41

EY İMAN EDENLER! Allah’ı çokça zikredin/hatırlayın/anın.

Ahzab 42

Onu sabah akşam tesbih edin/çokça aklınıza getirin.

Ahzab 43

O’dur sizi karanlıklardan aydınlığa çıkaran, melekleri de sizin için bağışlanma dileyen / talep eden ve müminlere karşı da çok merhametli olan!

Ahzab 44

Allah’a kavuşacakları gün, müminlere yönelik esenlik dileği: “Selam”dır. Allah onlara çok değerli bir ödül hazırlamıştır.

Ahzab 45

EY NEBİ! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı;

Ahzab 46

Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve çevresini aydınlatıcı bir ışık/kandil olarak gönderdik.

Ahzab 47

Müminlere kendileri için, Allah’tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele.

Ahzab 48

Kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Ahzab 49

EY İMAN EDENLER! Mümin kadınları / kadınlardan herhangi birini nikâhlayıp, sonra onlarla birlikte olmadan kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Bu durumda onlara mut’a (boşanma tazminatlarını) verin ve kendilerini güzel bir şekilde bırakın.

Ahzab 50

EY NEBİ! Biz, bedel ödeyip geçim yüklerini / sorumluluklarını üstlenip (ezvâceke; ehlin / ailen arasına katarak) sana eşlik etmeleri / yoldaşlık yapmaları için[1] şu kişilere de seninle birlikte (savaş ya da barışta) hicret / seyahat etme izni verdik: (Savaşmadan birilerini vesile kılarak) Allah’ın sana fey[2] / hediye olarak verdiğinden egemenliğin[3] altında olanı; seninle beraber hicret etmiş olmaları şartıyla amca kızlarını, halalarının kızlarını, dayı kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve bir de -nikâhlamak[4] / kendini sana hibe etmek isteyenin geçim sorumluluğunu almak istersen -diğer müminlere değil- sadece sana mahsus / senin hizmetinde olmak üzere izin verdik. Müminlerin eşleri ve egemenlikleri altındaki esirlerle ilgili hangi hükümleri koyduğumuzu elbette biliyoruz. Bütün bunlar, sana herhangi bir güçlük / zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

_____________________
[1] Arkadaş yapmak. (Bkz. 44/Duhan 54: وَزَوَّجْنَاهُمْ ~ ve zevvecnahum ~ Eşleştirdik, arkadaş / yoldaş kıldık). Çok detay bilgi aşağıda 4. Nolu dipnot’ta verilecektir.

[2] Fey, savaşmadan elde edilen şeylere (Bkz. Haşr 59/7); ganimet ise savaş sonucu elde edilenlere denir. Bkz. Enfal 8/41 Savaş esirleri ganimete dahildir.

[3] وَمَا ~ ve ma ~ ve
مَلَكَتْ ~ meleket ~ bulunanları
يَمِينُكَ ~ yeminuke ~ elinde / egemenliğin altında

[4] Nikâhlamak. (Bkz. 33/Ahzab 37: زَوَّجْنَاكَهَا ~ zevvecnakeha ~ Biz nikâhladık).

Tarihte En Eski Kaynak: ~ [ Mukaddimetü’l-Edeb (1300 yılından önce) : nikāḥ ḳılıştılar, çiftleştiler ]

Çalışmada Türk dilinin Harezm Türkçesi döneminde Zemahşerî’nin XII. yüzyılda yazdığı Mukaddimetü’l-Edeb eseri ele alınmıştır. Sözlüğün en önemli ve mühim tarafı, onun kelime hazinesidir. Şöyle ki Mukaddimetü’l-Edeb, Orta Türkçe döneminde Dȋvȃnü Lugȃti’t-Türk’ten sonra en zengin kelime dağarcığına sahiptir.

Kelime Kökeni: ~ Arapça nkḥ kökünden gelen nikāḥ نكاح “evlenme işlemi, nikâh” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Orta Farsça (Pehlevice veya Partça) nikāh “1. bakma, 2. birine bakma, gözetme, bakımını üstlenme” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Avesta (Zend) dilinde yazılı örneği bulunmayan *ni-kāsa “bakma, bakım” sözcüğü ile eş kökenlidir. Avestaca sözcük Avesta (Zend) dilinde kas- “görmek, farketmek” fiilinden ni+ önekiyle türetilmiştir.

Ek Bilgi: ~ Ha ح‎ ile yazılan Arapça sözcük İslâm öncesi dönemde Farsçadan alınmıştır. Karş Farsça nigāh (bakma, bakış), nigehban.

GELİN BİR DE TÜRKİYE DİYANET VAKFI ANSİKLOPEDİSİNDE NASIL AÇIKLANMIŞ ONA BAKALIM

Müellif: FAHRETTİN ATAR’ın Ansiklopedi için hazırladığı yazının en baş paragrafı, gerisini alıntılamaya gerek bil duymadım;

~ Sözlükte; “Birleştirme, bir araya getirme; evlenme, evlilik; cinsel ilişki” gibi anlamlara gelen nikâh kelimesi fıkıh terminolojisinde, şer‘an aranan şartlar çerçevesinde aralarında evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının hayatlarını geçici olmaksızın birleştirmelerini sağlayan akdi ve bu yolla eşler arasında meydana gelen evlilik ilişkisini ifade eder. Arapça’da zevâc kökünden türeyen kelimeler de “evlenmek, evlendirmek, evlilik, evliliğin taraflarını oluşturan eşler” mânalarında yaygın biçimde kullanılır (Kur’ân-ı Kerîm ve Hadislerdeki örnekleri için bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “zvc” md.; Wensinck, el-Muʿcem, “zvc” md.).

Nikâh kelimesine verdikleri sözlük anlamı dikkatinizi çekmiştir eminim: “Birleştirme, bir araya getirme; evlenme, evlilik; cinsel ilişki”.

Nereye odaklanılmış: Cinsel ilişkiye… Yazıklar olsun diyorum da başka bir şey demiyorum?! Bu ifadeyi Deist, Ateist, Agnostik kâfirlerin, Nebi Muhammed as. ile ilgili onca kadınla evliliğini; cinsel anlamda normal erkek gücünden 25-30 kat fazla olduğunu iddia ederler. İşte nikâh kelimesine bu vb. anlamlar verildiğinden dolayıdır?! Oysa: Ben de sizin gibi bir beşerim / insanım, der Kur’an’da Muhammed Nebi as. Sizden tek bir farkım var, o da Allah’tan vahiy alıyor olmam, bu kadar. İşte kafirlere bu fırsatı veren maalesef geleneksel anlayış sistemi. Hayır yani Nikâh; evlilik akdi, sözleşmesi deseniz ne olur yani?! İllâ bu kelimeyi kullanmak zorunda mısınız?!

Biz ise Muhammed as.’ın TEK EŞLİ olduğunu savunuyoruz. Tarihi Kaynaklara baktığımızda 25 yaşında iken 40 yaşında dul kalmış olan Hatice Validemizle evlilik yapmış. Yine kaynaklara göre Hatice validemiz, Nübüvvetin dokuz ila onuncu yılında, yani Muhammed as.’ın Mekke’den Medine’ye hicretinden yaklaşık 3 yıl önce, 619 yılında öldüğü kayıtlıdır. Validemiz vefat ettiğinde yaklaşık 64 yaşındaydı. Muhammed Nebi as.’da bu durumda 49-50 yaşında olduğu ortaya çıkıyor. 5-6 yıl Bekâr yaşıyor. Onunla evlenmek isteyen onca Hatun var iken, o kendisine talip olan hanımla evlenmiyor. İkinci eş olarak ta Ayşe validemizle yuvasını kuruyor, bu kadar… Ömrü hayatında iki eşi olmuştur.

Peki Kur’an’da Z-V-C kelimeleri nasıl geçer?!

ZEVVECE, ZEVVECNÂ, YÜZEVVİCÜ, ZEVC, EZVÂC.

Z-V-C Kökünden kelimeler Kur’an’da 81 yerde geçmekte. Tabi biz hepsini burada veremeyiz, ancak belli başlı şu anlamlara geldiğini dile getirerek yetinelim:

1. Anlam: Nikâhlamak ~ (Bkz. 33/Ahzab 37: زَوَّجْنَاكَهَا ~ zevvecnakeha ~ Biz nikâhladık)

2. Anlam: Arkadaş yapmak ~  (Bkz. 44/Duhan 54: وَزَوَّجْنَاهُمْ ~ ve zevvecnahum ~ Eşleştirdik, arkadaş / yoldaş kıldık). Bu ayette ve Tur 52/20‘deki zevvece fiili, müminlerin cennette alacağı ödüllerin bir tanesini ifâde etmektedir. Bu eşleştirme, cinsellik anlamında çiftleşme değildir. Hurilerin de cinsiyeti üzerinde durulmaz; zira onlar melektir. Bu ödülde cinsiyet üzerinde de durulmaz; çünkü hurileri “kadın” kabul etmek, cenneti kazanan kadınların bu anlamda ödülsüz bırakılmasını kabul etmek demektir. Ayette sözü edilen “hüm – onlar” zamiri kadın-erkek bütün cennetlikleri kapsamakadır. Nisa 4/69 ‘da sözü edilen; “Nebiler, sıddîklar, hakka şahitlik edenler ve sälihlerle beraber olmak”, aslında ayetin sonundaki rafîk kelimesinin de işâretiyle “arkadaş” olmak demektir. Ahirete yaşanacak çiftleştirme bu şekilde anlaşılırsa mesele daha rahat kavranmış olur.

ve izâ ~ ve zaman ~ وَإِذَا
n-nufusu ~ nefisler / canlar ~ النُّفُوسُ
zuvvicet ~ eşleştirildiğinde / çiftleştirildiği ~ زُوِّجَتْ

~ “Nefisler / canlar eşleştirildiğinde /çiftleştirildiğinde” şeklindeki Tekvir 81/7‘deki züvvicet fiili de “eşleştirmek” anlamına gelmektedir. Bu durumda ayetin anlamı; “Ruhlar (bedenlerle) birlestirildiğinde” veya “insanlar inanç bakımından gruplara ayrıldığında” ya da “ruhlar ödüllerle buluşturulduğunda” şeklini alır. Zeten burada anlatılan husus, kıyämet sonrası yaşanacaklarla ilgilidir. Bu bağlamda Kur’an’da ezvâc şeklinde çoğul olarak kelimeler de müminlere verilecek “cennet eşleri” anlamına gelir.

3. Anlam: İKİZ ~ Bkz. 42/Şura 49: لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ ~ GÖKLER ve yeryüzünün imparatorluğu Allah’a aittir. Dilediğini yaratır; dilediği kimseye kız çocuklar, dilediği kimseye de erkek çocuklar bağışlar. Bkz. 42/Şura 50: اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَاِنَاثًاۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يمًاۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ ~ Ya da onları; erkekler ve kızlar olarak çift yaratır. Dilediğini de kısır kılar. Şüphesiz O; bilendir, gücü yetendir.

Buradaki yüzevvicü fili “ikiz vermek, çift vermek’ veya ayrı ayrı olarak “hem erkek çocuk, hem de kız çocuk vermek anlamındadır.

4. Anlam: ~ Bkz. 4/Nisa 12: وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ ~ “(EY MÜMİNLER) eğer çocukları yoksa hanımlarınızın (yapacakları vasiyyetten ve borçtan sonra) geriye bıraktıklarının yarısı sizindir.” Bu ayette geçen ezvâc kelimesi “eşler” anlamına gelmektedir.

5. Anlam: ÇİFT ~

سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ ~ “O, eksiklikten uzaktır! Yerin bitirdiklerinden, (insanların) kendilerinden ve bilmedikleri nice şeyden bütün çiftleri yaratandır.” Bu ve benzeri ayetlerde geçen zevc, zeceyn, ezvâc, el-ezvâc kelimeleri. Yukarıda da değindiğimiz gibi Z-V-C ve türevleri Kur’an’ın tam 81 yerinde geçmektedir. Biz, konumuzla ilgili olduğu 4-5 adedini vermekle yetindik. Onun için bir kelimenin tek bir anlamı yoktur. Yerine ve ayetin gelişine göre anlam kazanmaktadır. Siz bu şekilde gelen her bir kelimeyi EŞLER verirseniz hata yapmış olursunuz.
Biz de 5 adet örnek vererek bu farkı ortaya koymuş olduk. İnceleme ve araştırmalarınızda başarılar dileriz.